Salih ameller, kendi arasında derecelidir. Namaz, zikir, zekât, hac, Kur’an tilaveti vb ibadetleri sıralayacak olursa Mümin için namaz gözbebeği mesabesindedir. Namaz ibadeti, İslam binasının beş rüknünden, birisi, hatta direğidir. Kul, kıyamet günü ilk olarak namazdan hesaba çekilir. Namazının hesabı kolay olan diğer sorgulardan da kolaylıkla geçer. Namazda zayıf alan, sınıfta kalır. Namaz; dilimize yerleştiği gibi, kılınmaz, ikame edilir. Yani şartlarına riayet edilerek eda edilir. “ Namaz ve sabırla yardım isteyin. Şüphesiz ki böyle yapmak , Allah’a karşı huşu duyanlar haricindeki kişilere çok zor gelir ”. Başka bir ayette şöyle buyurulur : “ Namazı ikame etmek amacıyla yataklarından uzaklaşırlar. Rablerinden korkarak ve rahmetinden umarak ona yalvarırlar. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da infak ederler”. Namazların vaktine azami riayetle, hem ruhu, hem gönlü hem de azaları hazırlamalıyız. “ Muhakkak ki namaz, Müminler üzerine vakitleri belirlenmiş bir farzdır”. Yani kafamız estiği zaman, keyfimiz geldiği zaman namaz kılamayız. Allah’ın, günün muhtelif saatleri arasında edayı farz kıldığı şer’i plana uygun bir namaz ibadeti ile mükellefiz. Allah’ın zikri olan namazı ihmal etmek, yük olarak görmek insan için büyük bir musibettir. “ …Bana kulluk et ve zikrim için namazı ikame et!”. İnsana iyiyi, marufu, emredip kötülük ve fuhşiyyattan uzak tutması gereken namazımız bu vazifesini yerine getirebiliyor mu? “…Şüphesiz ki namaz insanı münker ve fuhuştan uzak tutar…” .İkame edilen namaz, sahibini salih amellere doğru yönlendirir. “Dediler ki Ey Şuayb! Balarımızın taptığı putlarımıza tapmaya ve mallarımızı istediğimiz şekilde harcamaya mani olmanı namazın mı emrediyor sana?”
Kur’an-ı Kerim’de müteaddit kere “…onlar ki namazlarını ikame ederler…” veya “…namazı kılın…” biçiminde övülen müminlerin sıfatları zikredilir. Namaz, İslam’ın şiarlarından bir şiardır. Namaz kılan birisini gördüğümüz zaman o kişinin Müslüman olduğuna kanaat getiririz. Namaz ile zekât birlikte varit olur. Namaz bedeni ve ruhu eğiterek insanı salih amellere tevcih eder. Münker ve fuhşiyyattan da uzak tutar. Zekât ise toplumsal katmanlar arasındaki uçurumu azaltır, zengin ile fakir arasındaki kardeşlik bağlarını taziz eder. Namazı salih olanın zekâtı da salih olur. Zekâtla arası iyi olmayanın namazda da gevşek olduğu bir vakıadır. İkisi kuvvetli olanın takvası, ihlası, huşusu artar; nihayetinde de imanı ziyadeleşir, salabeti diniyesi kuvvet bulur.
Namaz, ilahi yardımın ve nusretin garantisi gibidir. Resulullah’ın Bilal’e söylediği gibi namaz sıkıntılardan ve dertlerden kurtulmanın biricik yoludur. Mümin’in Rabbine giden yolda vasıtasıdır. Yeter ki şuurunda olsun. Namaz, ölüm gelip bulana kadar farz. Hac, zekât, oruç cihad… gibi ibadetler böyle değil. Bütün hayatı kuşatan bir yönü vardır. Camide, cemaatle kılınan bir ibadet günümüzde maalesef evlere, namazlıklara hapsedilmiş gizli bir ibadete tahavvül etmiştir. Namaz dört gözle beklenen bir dost gibi vakit girmeden abdest alınarak dua ve tefekkür ile karşılanmalıdır. Bunun için namazın korunmasından ve idamesinden söz edilir. Namaz vakti girmeden manevi hazırlık için güzelce abdest alıp beklemek icap eder. Meallerini vereceğim ayetler bu durumu haber vermektedir: “ Namazlarınızı, bilhassa, orta namazını koruyun. Allah’a gönülden boyun eğin”. “Onlar ki namazlarında daimdirler”. “ Onlar, namazlarını korurlar”.
Namaz, yalnızca bize değil oruç zekât, cihat gibi ibadetlerle birlikte önceki ümmetlere de farz kılınmıştır. Her ümmetin mesul olduğu ibadetlerde kısmi değişiklikler olması normaldir. Mekkeli Müşrikler ’in de ‘Salat’ı vardır. Onların ‘Salat’ı Kâbe’nin etrafını tavaf esnasında ıslık çalmak ve alkışlamaktan ibarettir. Günümüz modern cahiliyesinde Kur’an’ı ifsad etmekle vazifeli bir takım mihrakların ‘salat’ kelimesinin asırlara baliğ ve ümmetin hafızasına kazınmış manasını haricine taşıma gayretleri yoğunlaşmıştır. ‘ Salat’ , dayanışmaya ve yardımlaşmaya dönüşmüş çağdaş toplumu, çok ağır gelen böyle bir ibadetten/ yükten kurtarmışlardır. (Devam Edecek)
Namazı baştan savma kılmak, Müminler ’in en büyük galatlarından birisidir. Namazın ne büyük nimet ve ne büyük bir imkân olduğunun farkında olmadığımız için halimiz ortada. Namaz, hayatın merkezinde ve mihver olmayınca başka şeyler kuşatıyor bizi. Âdeta hayat sermayemizi boşa heder ediyoruz. Namazı üşene üşene, tembel tembel kılan kişilerden oluşan bir ümmet her türlü zilleti hak eder. Aşkla, şevkle, neşe ve iştiyakla ifa edilmesi gereken salih ameller, gönülsüz, kerhen, farzı savmak amacıyla yapılan ibadetler –korkarım ki- yevmi-i kıyamette eski bir paçavra gibi yüzümüze çarpılır.
Namaz bir anda terk edilmez. Her şey bir plan dâhilinde, aşama aşama gerçekleşir. Oysa namaz savaş halinde bile ertelenemeyecek kadar mühim bir ibadettir (.Nasıl keyfi olarak terk edilebilir!). Şeytan her Müslüman için ayrı bir yol haritası belirlemiştir. Namaz kılanı ayrı kılmayanı ayrı; inanıp da tembellikten ötürü kılmayanı ayrı, inkârdan dolayı kılmayanı saptırmak için ayrı metotlar kullanır. Mesela, başlamaya niyeti olan fakat namaz kılmayana “hele bekle, zamanı var. Başlarsın ilerde…” diyerek yaklaşır ve onu oyalar. Hatta adam bu haldeyken aniden gelen ölüme hazırlıksız yakalanır. İhtimal ki namaz kılmayı meçhul bir vakte erteleyenler zaman içerisinde namazdan ikrah etmeye başlayabilirler. Bir zaman sonra başlamak istese de namazla arasında çekilen perdeyi açıp bir türlü başlayamaz. Şeytan, namazı düzenli kılanlara daha farklı taktikle yaklaşır. Namaza ön hazırlık olan abdesti bilinçsizce ve acele ile alması için uğraşır. Namazı “nasıl olsa daha vakit var” diyerek son vakte –bazen diğer vaktin ezanına - kadar erteletir. Çeşitli makul sebeplerle camiden ve cemaatten uzak tutar. Sünnetleri terk ettirir. Hâlbuki sünnetler insanı farza ısındıran, ruhu huzura alıştıran hazırlık kabilindendir. Şeytan’ın tuzağına düşen kişi kıraatı kısa tutar, aynı sureleri okur durur, namazı olabildiğince hızlı kılıp gargaraya getirir, okuduğunun ne olduğundan haberi yoktur. Ne yaptığının, kimin huzurunda durduğunun farkında değildir. Namaz, hızlıca bitirilen şuursuz bir ritüele dönüşür. Tekbiri, tahmidi, tesbihi, senası, kıyamı, kıraatı, rükûsu, secdesi, duası hep gafilane ve acilane geçer gider. Oysaki namazda ne söylediğimizin farkında olmamız yani bir şuur halinde bulunmamız emrediliyor: “Ey iman edenler! Sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın…”. Burada dikkat namazda iken ne söylediğimizi bilmemizin istenmesidir. Bizler, sarhoş falan olmadığımız halde, çoğu defa ne okuduğumuzdan haberdar değiliz. Bu ayetle namazda neye dikkat edileceği de tebeyyün etmiş oldu. İstitraten şunu da ekleyebiliriz: Halkın çoğu namazda okuduğu surelerin anlamını bilmiyor. Zaten buna güçleri de yetmez. Avam için gücünün yettiği kadarını yapmak kâfidir. Tabii, daha iyisini yapmaya muktedir değilse böyledir. “ ..Gücünüz nispetinde Allah’tan korkun…”.
Ailenin riyaseti verilen Müslüman çoluk çocuğuna da namazı sevdirmek mecburiyetindedir. Onların da namazlarını ikame etmelerini sağlamak boynuna borçtur. Bizi bulunduğumuz her yerde müstakim ve muktedir şahsiyetler haline getiren hakikatiyle ikame edilen namazlarımızdır. Ailemizin, akrabalarımızın, arkadaşlarımızın ve diğer insanların da namaz ehli olması için samimi bir tazarru her zaman işe yarar. Nitekim Hz. İbrahim(as) ailesini kara kayalıklar arasında bulunan, kuş uçmaz, kervan geçmez, çorak Mekke topraklarında bırakırken Allah’a şöyle yakarmıştı: “ Rabbim. Beni ve neslimi namaz kılanlardan eyle…”
Toplumların ve fertlerin bozulması da namazı bırakmakla başlar. Namazı terk eden şehvetlerine, nefsine, heva ve hevesine tabi olarak Şeytan’ın oyuncağına dönüşür. Şeytan, o şahsın burnuna gemi vurur, hayatın hengâmesinde bocalatır durur. Kendine de ailesine de ümmetine de yazık eder. Toplum da başka milletlerin mukallidi olarak izzetini kaybeder, zillete gark olur. Bizimle velayet ilişkisi olan kişilerin namazı kılanlardan olması da elzemdir. Namazı olmayanın Müslümanlar üzerinde velayet ilişkisi de olmaz.
Namazda ne herkesi rahatsız edecek bir cehr, ne de kendimizin bile duyamadığı bir hafa caiz değildir. Bunların arasında sadece kendimizin duyabileceği kadar bir sesle okumak Kitabımıza uygundur. “ Namazında iken ne yüksek sesle oku ne de tümden sessiz oku. İkisinin arasında bir yol tut…”. Yolculukta Efendimizin tatbikatına uygun olarak namazları cem ve kasr ile kılabiliriz. Bu, Rabbimizin ikramıdır. O’ndan gelen ikramı kabul etmemek kula yakışmaz. Seferi ve mukimlik niyete mebnidir. Yine sünnete göre seferiliğin hududu 15 gündür. Kimse yolculukla ilgili hükümleri modern anlayışla meşakkatle ta’lil edip bu ruhsatı ümmetten almaya kalkmasın. Namaz, Resulullah’ın talim buyurduğu gibi kılınırsa kaim olur ( Beni nasıl namaz kılıyor gördüyseniz öyle kılın).
Müminler olarak nafile namazlarla da aramız iyi sayılmaz. Bunların ehemmiyetini ıskalıyoruz. Hâlbuki bu namazlar Rabbimize olan yakınlığımızı arttırır. Aramızdaki irtibatı daha da kavileştirir İnsanlık hali olarak işlediğimiz küçük günahlara kefaret olur. Kendisi camiye cemaate gitmediği halde camiye devam edenleri istihza edenler fahiş bir hata içindedirler. Camiden uzak kalışlarına çeşitli argümanlar ileri sürenlerin yüzlerinde nur alınır, simalarının kararır, işleri çopraşıklaşır, aklı kalbine düşman olur. Burunları sürtülür ama yine de dönmezler.
Hz. Lokman (as) oğlu Saran’a birçok nasihatte bulunmuştur. Bu nasihatlerden en mühimi namaza dair olandır. Bu ayetlerde dikkat çekici başka bir husus da tebliğ ve daveti sırtlanma işinin küçüklere yüklenmesidir. Biz, çocuklarımızı bu bilinçle yetiştirebiliyor muyuz? Yoksa neme lazımcı olmasını mı istiyoruz? “ Yavrucuğum. Namazı ikame et. İyiliği emret, kötülüğü yasakla. Bu uğurda başına gelene de sabret. Şüphesiz ki bu, çok büyük umurdandır.”
Toplumda iyiliklerin yaygınlaşması için Müminler ’in kendilerinin salih ameller işleme gayreti içinde olması kadar başka insanları da güzel davranışlara yönlendirmesi de mühimdir. Çevremizdeki insanlar bize bakarak güzel, salih bir insan olmaya özenmelidir. Biz, karakterimiz, tutum ve davranışlarımızla rol -model bir örneklik sergilemeliyiz. Üzüm, üzüme baka sararır diye boşa dememiş atalarımız. Toplumda intişar etmiş olan ahlaksızlık salgınından etkilenen değil, o salgına karşı bağışıklığı güçlü sağlam kişilere ihtiyaç var.İşte ,böyle kişiler de ancak namazı ikame edebilen şahsiyetlerden çıkar.