Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın en çok okunan eserlerinden biri olan Mürebbiye, değişen Osmanlı toplumunu bir konağın sakinleri özelinde anlatan, eşsiz bir roman. Yazarın keskin mizahının belki de en yetkin örneği olan bu eserde, Fransız bir mürebbiyenin hayatlarına girmesiyle feleklerini şaşıran konak erkeklerinin halleri, düştükleri içler acısı durumlar eğlenceli bir dille anlatılıyor… Türk edebiyatının en eleştirel metinleri arasında sayılan Gürpınar, Mürebbiye adlı romanını 1899’da yayınlanmış.
Konu kısaca şöyle; Mürebbiye'de ülkesi Fransa'da dikiş tutturmayarak İstanbul'a gelen ve bir ailenin konağına mürebbiye olarak giren Anjel'in öyküsü alatılır. Daha önce uyumlu bir yaşamı olan konak halkının erkekleri, Anjel'in gelişiyle baştan çıkarlar ve konağın dirliği bozulur. Yazar, bu romanında ikiyüzlü aile ahlakını yermektedir. Bazı önemli devlet memurluklarında bulunmuş olan Dehri Efendi, emekliye ayrıldıktan sonra kendisini okumaya ve incelemeye vermiştir. Geniş konağındaki kitaplarla dolu özel odasında, sayılan ve korkulan bir aile büyüğü olarak vakarla yaşamaktadır. Konak oldukça kalabalıktır. Kızı, kızının içgüveylisi olarak evde barınan kocası, okula giden oğlu, ilk karısının ölümünden sonra bir cariyesinden doğma iki küçük çocuğu, dışarıda kendini idare edemeyip sonunda ağabeysinin koltuğuna sığınmış kırklık züppe kardeşi, kâhya kadın, hizmetçi, uşak, aşçı... hatırı sayılır bir nüfus meydana getirmektedir. Dehri Efendi, birgün, cariyeden doğma iki küçük çocuğunu eğitmek üzere konağına genç ve güzelce bir mürebbiye alır. Bu, aslında başından türlü olaylar geçmiş, tesadüfün İstanbul'a düşürmüş olduğu güzelce bir Fransız kadınıdır. Mürebbiye'nin konağa gelmesiyle birlikte ortalıkta tedirgin bir hava eser: Dehri Efendi'nin züppe ve işsiz güçsüz kardeşi, konağın damadı, yani çirkin kızının kocası Sadri, ayrı ayrı yollardan Anjel adlı mürebbiyeye kur yapmaya başlarlar. Kadın, biraz hafifliği, biraz da onları sızdırmak isteği ile her iki adamla da ilişki kurar. Bu arada, çiçeği burnunda bir genç olan okul öğrencisi Semi de mürebbiyeye yakınlık duymaya başlamış, sonra tecrübesizliğin verdiği heyecanla ona adamakıllı bağlanmıştır. Anjel, ötekiler gibi, Semi Beyi de idare etmeyi başarır, Genç Fransız kadını gecelerini, düzenli bir şekilde, bu üç erkek arasında paylaştırmışür. Bir süre bu durum kazasız belasız devam ederse de, ilk olarak kâhya kadın işin farkına varıp, zaten sevmediği bu frenk kadınına bir suçüstü yaptırmayı tasarlar. Ancak, o tedbirlerini alıncaya kadar o gece ziyaretleri tesadüfen bir araya raslayan erkekler savuşurlar. İftiracı durumuna düşen kadıncağız da Dehri Efendi tarafından konaktan kovulur. Bu arada artık karasevdalı hâline gelmiş olan Semi, mürebbiye'nin başkaları ile olan ilişkisini öğrenmiş, çılgına dönmüştür. Niyeti, Anjel'in ihanetini kesinlikle ispatladıktan sonra, onu öldürmek, ardından da intihar etmektir….
Halid Ziya Uşaklıgil bu roman için; “Hikâyede elbette zamanın en kudretli kalemi, Hüseyin Rahmi’nin elindeydi. Mürebbiye’yle birdenbire şöhretin ve muvaffakiyetin en yüksek mertebesine çıkan muharriri hep severdik” ifadesinde bulunmuş.
Hüseyin Rahmi Gürpınar, ilk romanı Şık’tan sonra olgunluk dönemi romanları diyebileceğimiz Mürebbiye ve Şıpsevdi’de Batılılaşmanın yanlış anlaşılmasının toplum yapısında doğurduğu olumsuz sonuçları işlemiştir. Bunlar, bir bakıma Batı’ya neredeyse kayıtsız şartsız bağlanmış Tanzimat aydınlarına eleştiri olarak da değerlendirilebilir.
“Bu kokona karısı geleli bizim yalıyı periler istila etti. El ayak hemen çekilir çekilmez ne hikmet bilmem, şu sofadaki lamba kendi kendine sönüyor. Ortalık zifirî karanlık kesiliyor. Ondan sonra evin içinde bir pıtırtı bir çıtırtıdır gidiyor... Şu yalıda doğmadımsa büyüdüm. Şimdiye kadar buralarda ne cin vardı ne şeytan! Ben biliyorum ya! Bu pıtırdayan şeytanlar murabiye midir, kurabiye midir, matmazel midir, müptezel midir, ne karın ağrısıysa işte o karının fistanından dökülüyor.”
“Hafifliğine yenilip de bazen ‘fır’ diye döndüğü zaman fistan gibi açılan arabacıvârî ‘uzun ve kloş’ etekli redingotu, dar pantolonu, sivri potinleri, baston narinliğinde zarif şemsiyesi kendinin nev’i hemen zatına münhasır modada benzersiz olmaya hevesli bir zamane delisi olduğunu gösterir. Üzerinde darlığa, bolluğa, kısalığa, uzunluğa, inceliğe, kalınlığa dair ölçüleri modaya bağlıdır; neler varsa hep zevk sahipliği ve adeta her tür akıl ölçüden taşar. O, yüksek yakalığının altında ekseriya plâsteron boyun bağının üzerindeki yeri müntehabı saatlerle uğraşılarak bulunmuş iri iğne, elinde oku, çıplak bir aşk timsali kabîlinden mitolojik bir nesnedir. Yanılıp da bu iğnenin zarafetinden bahsetseniz ‘-Mon cher, voulez-vous écouter l’histoire de mon épingle?’ (‘Azizim, iğnemin hikâyesini dinlemek ister misiniz?’) cevabı hazırdır. Bu iğne sivri ucuyla Paris’teki âşıkane zaferlerinin hep birer önemli hatırasını eşeler çıkarır. Söz, dinleyicisinin sabrına göre uzar gider. Sağ elinin şahadet parmağı kökünden tırnağına kadar taşlı, taşsız, oymalı harfli halkalarla süslüdür. Bunun sebebi sorulsa hep Paris’teki sevgililerinin yalnız o parmağına takılması şartıyla bunları birer aşk hediyesi olarak vermiş olduklarını söyler.”
“Ağabeyimden çekinmeyiniz. O gayet alafranga mizaçtır. ‘Botter’e yaptırılmış bir kostüm, ‘Bergui’ye ısmarlanmış bir iskarpin, ‘Pigmalyon’dan alınmış bir kravat onun nazarında bütün günahlarınızı affettirmeye kâfidir. Sizi o kıyafette görürse hemşiresinin gönlünü çalmış olduğunuza meyus değil, memnun olur.”
Mürebbiye’de Dehri Efendi’nin konağına Anjel’in gelişiyle başlayan bozulma, Batılılaşmanın yanlış anlaşılmasıyla önce kişiler, daha sonra bütün çevre ahlakî çöküşe doğru sürüklenir. Bu hem ibret verici hem de eğlenceli eseri bir oturuşta okuyabilirsiniz.