KÖYLÜLER ŞEHRE PAZARTESİ GÜNÜ GELİRDİ

Çocukluk yılarımızda. 

Köyde büyükler şehre, şehir demezler şaar derlerdi.

Komşular bugün şaare gidiyorum derlerdi. 

Çocukluk yıllarımın pazarlarını anımsıyorum.

Şimdi kurulan pazartesi pazarları eskiye göre oldukça yavan. 

Bizim çocukluk yıllarımızda büyük alış veriş merkezleri nedir bilmezdik, market kültürümüz yoktu.

Alış verilişler genellikle çarşı esnafında ve pazarda yapılırdı.

Bugün olduğu gibi Kırşehir’de Pazartesi günleri Pazar kurulurdu.

Büyükler Pazartesine açık Pazar derlerdi.

Köylünün, kentlinin buluştuğu gündü.

O yıllar Köylünün ürününün alıcısıyla buluştuğu yıllardı.

Köylü satacağı ürünüyle çarşıda alçağını karşılardı.

Alacakların içerisinde siparişler arsında gaz, şeker, tuz, sabun, lamba ve şişesi, çıra, gazocağı, ispirto, soba borusu, ekmek sacı, tahtası, oklava, temel ihtiyaçlar.

Gaz, tuz, sabun, lamba olmazsa olmazlardandı.

Büyüklerimiz Altmışlı yıllarda teknolojiye bu kadar bağımlı değildi.

Bugünkü gibi temel ihtiyaçlarımız teknoloji o yıllarda köylere ve şehirlere hâkim olmamıştı.

Köyden ürünler sadece pazartesi günleri satılmak için gelirdi.

O yıllarda taşıma genelde at arabasıyla, eşeklerle, atlarla olurdu.

Daha sonra yetmişli yıllarda köylü traktörle, kamyonla ve minibüslerle, taksiyle tanıştı,

Yetmişli yıllarda Köy dolmuşları gelirdi.

Ön koltuk önceden ayrılırdı.

İçi dolardı birde üstünde bagajı olurdu.

Köyden şehre giderken dolan taşıma araçları, gelirken bir o kadar yükle gelirdi.

Dolmuşlar almadığı zamanlarda pazartesi günleri köylere üstü çadırlı burunlu VABİS, HENŞEL, THAMES, BMC kamyonlarla taşıma yapılırdır.

Pazartesi günü saban namazıyla büyükler üstü çadırlı tahtadan oturaklı kamyonlarla şehre giderler gece geç saatte dönerlerdi.

Şimdiki gibi yollar asfalt değildi çamurlu, tozlu yolarda gidilirdi.

Şehre gelirken temiz elbise giyerlerdi tozdan insanlar ve elbiseler tanınmazdı.

Pazartesi günleri uyumazdık kamyonun sesini beklerdik kamyon köye geldiğinde koşardık büyüklerin yanına.

Çarşıda ne aldılar diye merak ederdik.

Siparişlerimiz varsa alındıysa çok mutlu olurdu.

Bazen büyükler bizlerinde şehre getirirlerdi çarşı Pazar gezdirirlerdi.

Ne yazık ki çocukluk yıllarımda hayran hayran seyrettiğim körüklü ateşle ısıttığı kap kaçaklara kalay atarak beyaz pamukla ovan kalaycılar yok artık! 

Kalaylanacak kap kaçak da! 

Önce alüminyum sonra emaye tabak, tava, tencere, güğüm, çaydanlık, ibrik icat olalı beri bakır tabakların, tavaların, tencerelerin, güğümlerin, çaydanlıkların, ibriklerin pabucu dama atıldı.

Bakır kazan kap, semer, yural, kuşan, çan, zil, incik, boncuk satan pazarcılar da yok; yün çorabı, keçe, soba boru, mangal maşa satan pazarcılar da…

Soğuk kuyu ayakkabıları, kara lastik çizmeleri, naylon ayakkabıları anımsayan var mı?

O lastik ayakkabıların Kırşehir’de adı şudur: 

Soğuk kuyu!

O lastik ayakkabı yazın ayakları terletir kokutur, kışın da dışardaki soğuğu ayaklara geçirir, dondururdu.

Süslü sandıklarının önünde yan yana oturup müşteri bekleyen esnaf da yok!

Ne acı değil mi?

Pazarların bir de destancılar vardı. 

Bir doğal afetin, felaketin, yıkımın sıkıntılarını, acısını anlatan bir bilemedin iki sayfaya sığdırılmış destansı şiirleri yürek burkan sesi ile okuya okuya caddede, pazarda dolaşarak satmaya çalışan destancılar da yok artık! 

İzleri çocukluk yıllarımda kaldı…

Köylerinde ürettikleri tereyağı, peynir, bal, yumurta, salça köy tavuğu yaptıkları birbirinden güzel halı kilim seccade ve hararları satan köylüler de yok artık!

Belendiğimiz, anamızın ninnilerle, sallandıkça halkalarından çıkan tatlı şıngırtılarla mışıl mışıl uyuduğumuz beşikler de yok! 

Altmışlı yaşlarda olanlar hatırlar bunları.