KÖYDEN GÖÇTÜK KIRŞEHİR'
Siyasetten uzak biraz olsun sizleri çocukluk yıllarımıza götürmek istedim.
Değerli dostlar biz çocukken çok mutluyduk.
Köylerde şehirlere akın akın göçlerin olduğu yıllarda Yağmurlu Kurt beli Yeni yapan köyünde 1968 yılının güz ayında Kırşehir’in
Hırla mahallesinde halamın bağ evine göçmüştük.
Hırla mahallesi o yıllarda çok güzeldi, her yer yem yeşil, bağlı, bahçeli evlerle doluydu.
Bahçelerin içinde göl ve akarsuları bahçe ve bağlar, kavaklıklar, çayırlıklar yem yeşildi.
Bugün onların yerini beton yığınları aldı.
Hırla mahallesinde geçici olarak oturduğumuz yerde killik mahallesinde bir bağ almıştık oraya 1969 yılında babam ve amcamla birlikte altı taştan üstü kerpiçten iki adet üç odalı bir mutfaklı ortasında mabiyeni olan küçük balkonlu bir ev yapmıştık.
Köyde gelmişiz şehre ahırsız olunur mu, ahırın yanında ekmeklik siz hiç olmuyordu, bunları da yapmıştık.
İneğimiz vardı sütümüz, yoğurdumuz, peynirimiz, tereyağımız bol olurdu hepsi kendi mahsulümüzdü.
Kümeste tavuklarımız vardı, her gün yumurtaları toplardık bazen tavukları keser pilav yapardık.
Bahçemizde yaz günü tüm sebzelerimiz ve meyvelerimiz olurdu kışlıklarımızı orada temin ederdik.
Kapımızda köpeğimiz, evimizde kendimiz, ahırda ineğimiz hiç eksik olmazdı.
Köpeğin havlamasıyla, kedinin miyavlamasıyla, horozun ötüşüyle uyanırdık.
Köyümüzde göçümüz küçük bir kamyona yüklenirken köylüler uğurlarken ağıtlar yakılır göz yaşları dökülürdü..
Şimdiki gibi çok bir eşyamız yoktu, köyden olan eşya ne olur, anamın göz nuru dokumuş olduğu birkaç halı yastık, minder, sedir halısı ve yatacağımız döşek, yorgan, yastık, kap, kacak, kazan, turşu küpü, su destimiz vardı.
Ne kanepemiz, ne koltuk takımız, nede yemek masamız vardı.
Şimdiki gibi eşya hamallığı yoktu.
Oturduğumuz topraktan sedir, yemek masamız yer sofrası sinimizdi.
Banyomuz büyük bakır teştti, gözümüze sabun kaçınca sırtımız ana şamarını yerdi.
Ne çamaşır makinemiz, ne buzdolabımız, nede bulaşık makinemiz ne, elektrikli süpürgemiz vardı.
Evimizin önünde taştan yapılmış ocak, çamaşır kazanda kaynayan sıcak suyla teştin içinde yıkanırdı emme basma kuyudan çıkan suyla durulardık.
Güneşin az gördüğü kilerimiz vardı, bozulacak gıdamız olmazdı, kullandığımız gıdalar çuvallarda ya da tavanlarda asılı olurdu günlük kazan kaynar tüketilirdi.
Bulaşık makinesine gerek yoktu zaten tek kapta yemek yiyorduk az bulaşığımız olurdu.
Bugün bulaşık makinesi dolsun diye bir sürü tabak, kaşık, bardak aklınıza ne geliyorsa kirletiliyor.
Biz çocuk iken kişiye özle tabak, kaşık, çatal, kullanılmıyordu sininin üzerine bir kapa yemek konurdu, sofrada bulunan her kez o kapta yerdi, kaşıklar gider gelirdi.
Sofra üzerinde bir su bardağı olurdu oda birçok ev de hacı tası denirdi tüm ev halkı onda içerdi.
Mahalle çeşmeleri akar destiler orada dolardı bugünkü gibi şehir şebekesi nedir bilinmezdi, marketlerde damacanalı sular satılmazdı.
Elektrik süpürgesine gerek yoktu, onu da bilen kullanan bek yoktu, yer süpürgesi işimiz görüyordu.
Şimdi bunların yerini teknoloji sömürü aldı, insanları strese soktu bağımlı yaptı.
Mahallemize elektrik geldiğinde ve sokağımız ilk kez ay ışığı yerine elektrik lambalarıyla aydınlandığında, mahallenin şen çocukları olarak o ışıkların altında şendik oyunlar oynar eğlenirdik.
Mahallemizin dar ve toprak kaplı yolarda oynayarak büyümüştük; futbol, yakan top, saklambaç, ip atlama, topaç, misket, birdirbir ve diğer oyunlar oynardık çok şendik..
Yamalı pantolon ve yamalı çorap giyen, ranzalarda, kanepelerde, tek kişilik bazalarda değil yere serilen döşeklerde avuçlu, baş üçlü yatardık.
Sokakta oyun oynarken nasıl mutluysak, akşam yer sofrasında anamızın kazanda kaynattığı tarhana çorbasına hep birlikte kaşık sallarken de o kadar mutluyduk.
Betonlaşmayla birlikte çocukluğumuzun geçtiği killik mahallesi de çok katlı binalarla doldu.
Kerpiç evimizle birlikte bahçemizdeki ağaçlarımızda kurudu.
Saklambaç oynarken arkasına gizlendiğimiz, kavak, söğüt, ceviz, kayısı, dut, kiraz, asma, ayva, şeftali, erik ağacı olmayacak artık.
Önümüzdeki günlerde neredeyse yarım asırdır yaşadığımız, hatıralarımızla dolu olan bu kerpiç evimiz yıkılmış durumda.
Mahallede beton yığınları arasın bir bizim koca tarih yıkıldı yapılmayı bekliyor.
Yıkılan sadece basit bir ev mi, yoksa geçmişimiz, tarihimiz, hatıralarımız, çocukluğumuz, gençliğimiz mi?
Adına site dedikleri dev bir canavar yaşadığımız mekânları birer birer ve ne yazık ki bizim de rızamızla işgal ediyor, yıkıyor, betondan binalar dikerek bizleri oralarda yaşamaya mahkûm ediyor.
Çocukluk hatıralarımızı çalıyorlar.
Bir daha çocuklar bağlı, bahçeli, tek katlı evlerde oynamayacak, koşmayacak, sütünü, yoğurdunu, tavuğunu, yumurtasını kendisi üretmeyecek.
Sütünde beslendiği ineği, keçiyi, koyunu kapısının sadık köpeğini evin misafiri kediyi bilmeyecekler.
Hayvanları sadece kafeslerde filmlerde belgesellerde görecekler.
Mahalle diye bir şeyi bilmeyecekler, komşusu kim tanımayacak selam vermeyecek, çok katlı binalarda kendilerini beğenip ömürlerini tüketecekler.