Teknoloji bağımlığının olmadığı bizlilerin çocukluk yıllarında.
Kırşehir nüfusu eli bin civarındaydı.
Köyden şehre göçlerin en hızlı olduğu dönem.
Mahalle kültürünün yaygın olduğu yıllardan.
Eş, dost, köylü, hısım, akrabaların yan yana oldukları komşulukların en üst seviyede olduğu günlerdi.
Evlerimiz tek, iki en fazla üç katlı olduğu çocukluk yıllarımız.
Müstakil avlusu, bahçesi önünde mor dudu her çeşit meyvesi olurdu.
Biz küçüktük şehrimizde küçüktü.
İnsanların kalbi sevgisi büyüktü.
Çarşımız birdi, pazarımız tekti, paylaşımlarımız çoktu, çok katlı binalarımız yoktu.
Yüksekte bakan gurur, kibir gökdelenlerin gölgesinde değildik.
Komşunun komşuya ihtiyaç duyduğu ve yardımlaşmanın ahlak olduğu günlerdi.
Altmışlı, yetmişli yıllarda insanların tek lüksü sinemalardı.
Sinema kültürünü yaşayanların yaşı altmışın üzerinde.
Altmışlı yıllarda Kırşehir’de iki tane yazlık sinema vardı.
Şimdi yerlerini çok katlı binalar aldı.
Akşamın serinliğinde, yıldızların altında, filmlerin izlediği yazlık sinemalar bizi birbirimize bağlayan, birlikte olmaktan, birlikte gülmekten, birlikte ağlamaktan haz duyduğumuz, mutlu olduğumuz mekânlardı.
Havalar biraz ısınmaya başlayınca halkın hemen hemen tek eğlencesi sayılan yazlık sinemalarda hazırlıklar başlardı.
Gerekli tadilatlar yapıldıktan sonra, mayıs ayının sonuna doğru da sinemalar kapılarını halka açardı.
Yazlık sinemalar dikdörtgen şekildeki bir arazi üzerinde, dört bir yanı duvarlarla örülü, tahtadan sandalyeleri etrafı dışarıdan seyredilmeyecek kadar yüksek duvarlarla çevrilmiş, perdelerle engellenmiş olan mekânlardı.
Sinemanın işgal ettiği alanın bir tarafında makinist dairesi, onun tam karşısında filmin yansıtıldığı duvardan perdesi olurdu.
Yazlık Sienalarda ise perde taştan yapılı beyaz bir duvar beyaza boyanır ya da kireçle badana edilirdi.
Yazlık sinemalarda oturulacak yerin numarası belirtilmezdi.
Sinemaya en erken giden beğendiği yere otururdu.
Tanıdıksa en önlerde yeriniz ayrılırdı.
O yıllarda yazlık sinemalar konu komşu, çoluk çocuk ailecek gidilen; her yaştan, her sınıftan, her kuşaktan, her meslekten insanın rağbet ettiği, en az haftada bir kez araya gelerek bir şeylerin bölüşüp paylaşıldığı, mekânlardı.
Yazlık sinemalarda çocuklar getirmiş diye kimse kimseyi ayıplamazdı.
O yıllar İnsanların dünyası küçük, umutları büyük, yürekleri kocaman, kendileriyle mutlu insanlardı.
Açık hava ayın şavkında, yıldızların altında sinemalarda her türlü yiyecek yemek serbestti.
Çekirdek çitlemek, kavurga yemek, mevsimin eriğini, kirazını, dudunu, salatalığını getirip yanındakine ikram etmek olağandı.
Filim arasında çocuklara gazoz ikram etmek komşuluktu.
Yazlık sinemaların önleri her daim hareketli olurdu.
Çerezciler, mevsimine göre erik, kiraz, salatalık, balon satıcılarını, seyyar dondurmacıları görebilirdiniz.
Özellikle vizyona yeni girmiş Türk filmleri olunca yer bulmak neredeyse imkânsız hale gelir, biletler karaborsa satılırdı.
Film başlayınca sinemada yerini almak isteyenleri teşrifatçılar ellerinde bir fenerle boş buldukları bir yere oturmalarını sağlar, yer gösterirlerdi.
Dünya yerinde durmuyor.
Canlılar nasıl doğup, büyüyüp ve yaşlanıyorsa.
Teknolojilerde her zamanda doğuyor, büyüyor ve yerine yenilerini koyuyor.
Hayat bir şekilde yeni teknolojilerle karşılaşıyor.
Bugünün teknolojisi belki kısa zamanda yenilerine bırakacak.
Yazlık sinemalar ise artık anılarda kaldı.
Yazlık sinemaların olduğu yerler imara açıldı, yerine işyerleri, çok katlı binalar dikildi.
Biz sokaklarda oynadık, bahçelerde erik, elma, kiraz topladık pazarda aldığımız beyaz yakalı, siyah önlük ve kadife pantolonlarda yazlık sinemaların olduğu yıllarda büyüdük.