KIRŞEHİR ÇUKURÇAYIR’DA BİR EVİMİZ VARDI...

Bizler küçükken Kırşehir güzeldi, her mahallesi ayrı bir cennet bahçesiydi.

Romanlara, kitaplara, Şiirlere, destanlara, ağıtlara, türkülere konu olurdu.

Ortasından akan kılıç özü çayı, onun yanı başında duran topraktan yığma bir kalesi, etrafında küçük dükkânları, saygın esnafları vardı.

Bizde Çukur çayır yolu üzerinde Kayabaşı Mahallesi, Killik arka sokakta otururduk.

Ne hoştu, eski yapı konak tarzı evlerimiz.

Tek katlı kerpiçten di evimiz, kışın sıcak, yazın serin olurdu.

Onun yanında ahırımız, samanlığımız, tandır, ekmekliğimiz vardı.

Ahırda iki ineğimiz, onun yavruları bulunurdu.

Sütümüz, yoğurdumuz, tereyağımız, peynirimizi beslediğimiz, baktığımız ineklerimizden alırdık.

Çarşıdan bakkaldan süt, yoğurt, peynir, tereyağı almazdık.

Ekmekliğimizde tandır yanar, yufka ekmeğimiz, patlıcanlı, peynirli, soğanlı çöreğimiz eksik olmazdı.

Evimizin önünde emme basma tulumbamızdan akardı suyumuz, su akmıyor belediye suları kesti derdimiz yoktu..

Evimizin etrafında bahçemiz, üzüm bağımız, onun yanında sebzemiz olurdu.

Yazın domatesimiz, patatesimiz, soğanımız, fasulyemiz, biberimiz, patlıcanımız, nanemiz maydanozumuz bahçemizde yetişirdi.

Kışın lahanamız, ıspanağımız, pırasamız, yeşil soğanımız, sarımsagımız eksik olmazdı.

Çorbalarımızın değişmeyen kokusu nanemiz kurutulur sofralarımızdan hiç eksik değildi.

Annem bu dene sebze çok eşe, dosta dağıtalım derdi.

Satmak nedir bilinmez di.

Evimizin önünde her meyve çeşidinde ağacımız vardı.

Kayısımız, fişnemiz, eriğimiz, dudumuz, ayvamız vardı.

Hatta Kirazımız, üvezimiz de bulunurdu.

Kocaman ceviz, söğüt, dut ağaçları gölgelik olurlardı.

Bahçemiz yeşil, çayırların üzerinde oyunlar oynardık..

Evimiz den çıktığımızda ayaklarımız toprağa değerdi dudun altına palalar serilir sohbetler olurdu.

Dut ağacına salıngaçlar kurulurdu.

Evimizin önünde taştan çatılmış bir ocağımız vardı.

Yazın çorbamız orda kaynardı, patates, mısır, domates, samursak, soğan biber közlerdik

Bazen kazan içinde mısır kaynardı.

Yaz günü anam buğday kaynatır, hedik yerdik.

Buğdayı serer kurutur bulgur, düğü, yarma yapardı, kışın soframızın vazgeçilemezlerinden di.

Kışın odamızda sobamız yanar odun kokusu çok hoş gelirdi.

Üzerinde bakırdan güğüm, sıcak su hiç eksik olmazdı.

Kışın çarşıdan alınan kestane sobanın üzerinde patlatılır, zevki bir başkaydı.

Özledik o günleri.

Şimdi ne oldu?

Her yer beton yığınına döndü.

Değil nefes almak, yürümek bile zor hale geldi.

Neydi bizi böyle çok katlı apartmanlara yönelten?

Kim getirdi bu icadı?

Bahçeli evlerimiz gitti, ruhumuz yok oldu.

Mahallenin bahçesi gitti, adı kaldı.

Komşuluk, yardımlaşma, birbirlerinin dertleri ile hemhal olma, tarihe karıştı.

Ne hastalardan, ne de mevtalardan haberimiz olmuyor artık. Oysaki mahallemizde bir hasta olduğunda herkes bir tas çorba ile ziyarete giderdi.

Cenaze olduğunda, kırk gün radyo, TV açılmaz, yüksek sesle gülünmezdi.

Ne yazı ki, batıya özendik, değerlerimizi kaybettik.

Bahçeli bir ev yerine, beş katlı apartman dikip para kazanmaya baktık.

Bugün bizim evimizi belediye yıktı yol geçiyor diye.

Yüz yılların emeği göz nuru ne bağ kaldı, ne ağaçlar hepsi yıkıldı bir günde.

Etrafımızda devasa katlar çıkınca ortada kaldık parsel olarak.

Bu sizce modernleşme mi?

Çağdaşlık mı?

Eskiden apartmanlarımız yoktu.

Gençlerimiz yırtık pantolon giymezdi!

Çok zengin de değildik.

Ama mutluyduk.

Küçücük şeylerden mutlu olurduk.

Çünkü biz çocuktuk bozulmamıştı şehrimiz..