Karabibik

Latif Onur Uğur

İlk çeviri roman Telemak 1859'da çevrildiğine, ilk Türk romanı olarak kabul edilen Ta'aşşuk-ı Talat ve Fitnat ise 1873 yılında yazıldığına göre Osmanlı Devleti’nin o yıllardaki vatandaşlarının Batılı anlamda romanla karşılaşmaları ancak yabancı eserleri okumak ile mümkün olabiliyordu. Nazım’ın Karabibik isimli anlatısı bundan yalnızca 20 yıl sonra yayınlandı.

 

Nâbizâde Nazım’ın en önemli eseri kabul edilen Karabibik’in önsözünde yazar, “Hakîkiyyûn mesleğinde yazılmış roman mütalaa etmemiş iseniz işte size bir tane ben takdim edeyim” diyerek, “E. Zola, A. Daudet gibi realistlerin, yani hakîkiyyûnun romanları hep fuhşiyat ile mâlîdir zannında bulunanlar Karabibik’i okudukları zaman zanlarını tashih edeceklerdir sanırım” sözleriyle bu tarzda yazmayı gaye edinerek realist roman anlayışına uygun bir eser ortaya koymuştur. Konusu Kaş’ta geçen ve yazarın oradaki görevi dolayısıyla gözlemlerine dayandığı anlaşılan hikâyenin en önemli tarafı Anadolu köylüsünün hayatından kesitler vermesidir. Yazar kahramanları kendi seviyelerine göre ve mahallî dilleriyle konuşturmaya dikkat etmiştir. Mukaddimesiyle beraber Karabibik Türk edebiyatında realizm ve natüralizmin ilk müjdecisi kabul edilmiştir.

 

Nabizade Nazım'ın Karabibik'ini günümüzde hâlâ okumamızın temel sebebi, bunun Türk edebiyatında bir köyde geçen ilk roman olmasıdır. Nabizade Nazım'ın bu eseri yayımladığı 1890 yılına kadar Osmanlı Devleti'nde yazılan romanlar, Anadolu'da "köy" olarak tanımlayabileceğimiz yerlerde değil büyük şehirde, İstanbul'da, geçer.

 

Yazar, eseri Beymelek'te yüzbaşı olarak kaldığı dönemde kaleme almıştır. Kendisi 1889 yılında Antalya’nın Kaş ilçesinin topoğrafyasını çıkarmak üzere bölgede görevlendirilmiş ve altı ay görev yapmıştır. Eseri yazmadan önce Antalya'nın köylerine gidip çevre, kişiler ve kişilerin konuşmaları hakkında bilgi sahibi olmak için araştırmalar yapmış, eserde kahramanları kendi düşünceleri ve yerel dilleriyle konuşturmaya çalışmıştır.

 

Eser, Antalya'nın bir köyünde yaşayan Karabibik adlı köylünün yaşam mücadelesini konu edinir. Son dönem Osmanlı köylüsünün içinde bulunduğu sefalet, cehalet ve kültürel yozlaşma da anlatılmaktadır. Sade, açık ve anlaşılır bir dille kaleme alınmıştır. Karakterler, Kaş ağzının dil özellikleri ile konuşturulur. Vaka zamanı 1889; anlatma zamanı 1891 yılıdır.

 

Roman kahramanı Karabibik, eşini tifo hastalığından kaybetmiştir, kızı Huri ile birlikte Beymelek köyünde yaşamaktadır. Askerlik görevi yerine verilen parayı ödemek için babasından kalan on iki dönümlük tarlanın dört dönümünü komşusuna satmıştır; kalan sekiz dönümlük kısmı Yosturoğlu'na kaptırmamak için direnmektedir. Elinde kalan bu tarlayı sürmek için her yıl Koca İmam'ın öküzlerini kiralayan Karabibik, kızı Huri'yi koca İmam'ın kayınçosu Sarı İsmail'e vererek öküzleri bedava kullanma hayalini kurar.

 

Haydi birkaç küçük alıntı ile Nabizade’nin hikayesine bakalım;

Köyün tasvirinde bir sahne; “Sol tarafta Hatip’in yemyeşil duran tarlasına Kara Ömer’in eşeği girmiş, nazik yapracıkları yolmaktaydı. Kara Ömer ise beri tarafta Koca İmam’ın tarlasını nadas eden Deli Ali’yle lakırdıya dalmıştı. Hatip’in ekin ortağı olan Karakahyaoğlu Ali Çavuş, öteden seğirterek elindeki kalın boynuz dalıyla eşeğe bir ala sopa atmaya, eşek de bu dayağın tesirinden can acısıyla tarla içinde koşmaya başladı. Ali Çavuş’un hiddeti daha da arttı. Küfrün bini bir paraya… Kabahat eşekte değil, sahibi olan eşekte! Herkesin bir sene üstüne alın teri döktüğü ekinleri bir saat içinde eşeğine yedirmek isteyen adam tembel tembel gezmemeli, rast geldiği ağaca masal söylememeli oğlum”.

Karabibik’in bir çift öküz hesabı; “Herkes işinin başına gitti. Karabibik harımını tamamlamakla uğraşmaktaydı. Fakat şu öküz hesabı bir türlü zihninden çıkmıyordu. Koca İmam’ın gündeliği yarım mut zahireye kiraladığı öküzler gibi bir çift öküze kendisinin de sahip olması halindeki saadetini düşünmekteydi. Ah bir çift, bir çift! Bu hayvanları ne kadar sevecekti. Yazın yaylaya çıkarken eskisi gibi malsız olarak gitmeyecek, bir çift güzel öküzü önüne katarak köy halkının arasında sevincinden şarkı ünleye ünleye yürüyecekti”.

 

Huri’ye evlilik izni verilmesi ve düğün; “Ertesi gün Huri, Hüseyin için talep olundu. Yosturoğlu ile Karabibik arasında her ne kadar bir soğukluk var idiyse de kızı da ihtiyarlamaktaydı. Hem Yosturoğlu zengindi, nasıl kıyıp atmalı? İşte karar verildi. Hüseyin ile Huri nikahlandılar. Bir salı gecesi Yosturoğlu’nun evi önüne birçok köylü delikanlıları ile kadınları toplandı. Hüseyin bir hayvan üstünde davul zurnayla civar köyleri akşama kadar dolaştı. Şerbetler içildi, yemekler yenildi. Akşama gerdek yapıldı. Hüseyin ile Huri’nin aşk romanı bu şekilde sona erdi. Zaten köylülerin aşkı işte hep böyle son bulur”.

 

Bu güzel alıntıların ardından artık bu kitabı size tavsiye etmeme gerek kalmadığını, büyük bir ilgi ve merakla kitapçılarda Karabibik’i aramaya başlayacağınızı tamin edebiliyorum. E, o halde iyi okumalar olsun.