Kalplerin, taş gibi kas katı olacağını Kur’an-ı Kerim haber veriyor. İnsan kalbi niçin ve nasıl katılaşır? Bu kasavet mecazi manaya mı yoksa hakiki manaya mı mahmuldür? Kalbin katılaşması aniden mi yoksa muayyen bir zaman zarfında mı tahakkuk eder? Kalbin katılaştığının alametleri nelerdir? Katılaşmış bir kalbin sahibine zararı var mıdır? Katı kalbin tekrar eski latif / mülayim haline tahavvülü mümkün müdür? Kalbin bedendeki mevkisi ve rolü nedir? Kalbin imanla, nifakla, şirkle, fısk u fücurla ve küfürle alakası nasıldır? Bütün bu suallerin cevabını ve Şeytan’ın kalbe nüfuzuna dair düşüncelerimi serdetmek arzusundayım.
İnsanı yönlendiren, yöneten belli başlı müessirler kalp, akıl, ruh, nefis, şehvet ve bedensel /biyolojik ihtiyaçlar olarak sayılabilir. Nefis, bedensel ihtiyaçlar, kalp ve ruh birbirinden ziyadesiyle etkilenir. Akıl, pozitif /müşahhas değerlendirme yapar. Matematiksel işlem gibi algılar. Neden -sonuç ilişkisi kurar. Geleceğe dair öngörülerde bulunarak “şöyle olursa sonucu şöyle olur; böyle olursa böyle neticelenir” diye muhtelif faraziyelerle meşgul olur. Aklı iman dairesi içerisinde tutan ve onun kılavuzu olan organımız vahiyle beslenen kalptir. Kalp, iman edip hidayetin ve takvanın makarrı haline gelince aklın direksiyonunu eline alır Bir taraftan da nefsin istikametini murakabe eder. Şehvet, bedensel ihtiyaçların nefsin - ki nefis devamlı kötülüğü emreder- istediği şekilde, istediği miktarda arzulamasıyla kendisini izhar eder. Nefsin bu arzusu yerine getirildikçe şımarır ve azgınlaşır. Yükünü almış bir gemi misali iman limanından ayrılır ve tehlikelerle dolu bir okyanusa yelken açar.
Beden, kalbin ülkesidir. Bu ülkede, kalbin emrinde birçok askeri güç vardır. Aynı zamanda kalbe tesir eden müteaddit ayartıcılar da bulunur. Kalp ise vahyin iniş üssüdür, mehabetidir. Cismen bir yumruk büyüklüğünde olsa da gerçekte gayrı muhadded bir vüs’ata sahiptir.. Kalp, ruhun mu, aklın mı, nefsin mi yoksa bedeni ihtiyaçların mı sözünü dinleyecektir sorusu mühim bir sorudur. Kendisinden beklendiği gibi süfli arzuları terk edip ulvi gayelerin peşinden giderek manevi dereceler mi kazanacaktır, yoksa nefsin(Şeytan’ın içten seslenmesi )davetine icabet edip esfeli safaliyn derekesine mi düşecektir? Maamafih, kalbin selim olması o beden için fevkalade önemlidir. Kalp; dış dünyaya açılan menfezleri olan göz, kulak, el, dil ve diğer azalarından gelen uyarıcılar sonucunda müteessir olur. Şayet bu organlar mütemadiyen dış dünyadaki münker ve haram şeylere maruz kalırsa, o vakit kalp, günden güne letafetini, beyazlığını, safiyetini kaybederek siyahlaşır ve katılaşır. Peygamberimizin(sav) beyan ettiği gibi her haram, her günah kalbe atılan bir ok mesabesindedir. Bu münker saldırıları devam ettikçe siyah noktalar çoğalır ve bir müddet sonra kalp aynasını tamamen kaplar. Böylece kalbin mühürlenmesi tahakkuk eder; artık bu kalp iman etme ehliyetini kaybetmiştir. Bunun aksi de doğrudur. İhlasla işlenen her salih amel, tövbe, istiğfar ve içten neş’et eden samimi bir dua, tazarru, kalpteki siyah noktaların tamamen silinmesini sağlar. Bu vaziyet devam ettikçe beyaz noktaların adedi artar ve tüm kalp aynasının latif ve bembeyaz olmasını temin eder. Böylece kalp leyyin, bembeyaz, kötülük ve fenalıklardan hali, sapasağlam hale inkılap eder.
Ahlaki vasıfların temeli hayâdır; hayâ ise Resulullah'ın buyurduğu gibi imandan bir cüzdür. Hayâ, imandan mütevellittir. helal olanlarla beslenirse, çirkin şeylerden, şirkten ve küfürden ikrah eder. Bu metotla iyi huylar kalple tanış olur, aralarında tearuf meydana gelir kötü huylar ise orada barınamaz, hızla uzaklaşır. Kalp, deveran ederken vücuda pompaladığı kanla birlikte takva, şefkat, hayâ, ülfet, meveddet ve muhabbet gibi güzel ahlakın alt bileşenlerini de pompalar. Kalbin bu şekilde çalışması şeytanı hasta eder; durumdan vazife çıkarmasına sebep olur. Kalbi kendisine hedef tahtası olarak seçer. Sabah –akşam her yönden oklarını fırlatır. Bu esnada şeytan, nefsi yanına çekmeye çabalar. Böylece göz, kulak, dil, deri ve benzeri azaları lojistik üssü olarak kullanmaya çalışır. Kalbi bu hücumlardan masun kılacak yegâne şey Allah'a sığınmak, O’nun zikriyle kalbi beslemektir. Böyle yapıldığı takdirde kalbin etrafında manyetik bir kalkan vücuda gelecek, hiçbir ok kalbin latif yapısına ulaşamayacaktır.
Zikir, kalbe kurşungeçirmez zırh giydirmektir. Kalp mutmain bir biçimde kulluğun vacibi olan salih amellerle huzur bulur, onlardan lezzet alır, neşelenir, sevinç ve mutluluk izhar eder. Ulaşılması imkânsız muhsan bir kaleye tahavvül eder Salih amellerin tamamı- bilhassa Allah'ı zikretmek -kalbi besleyen mineralce zengin su kaynağı ve besleyici gıdalar gibidir. Kalp bunlarla beslendiği sürece envaı çeşit ve tatları birbirinden ayrı semereler vermeye devam eder. Kalp havuzuna acı-tatlı her menbadan su gelir. Acı, tuzlu sularının akışını kesmeden havuzda azb ve furat bir su terakumu muhaldir. Kalbi bir buğday tarlasına benzetirsek orada boy verecek her türlü ayrık otunu, deliceyi, yağlığı, hardalı, süpürgeyi ve bilumum zararlı nebatı temizlemeden verimli bir ürün almak imkânsızdır. Bu zararlı otları, istiaze zikir, tövbe ve diğer maruf amellerle ayıklamak gerekir. Kalbi öldüren zehirli okların başında harama nazar gelir. Harama nazar etmek, kalp kalesinin surlarında büyük bir gedik açılmasıdır. Düşman, tam bu gedikten taarruza geçecektir. Düşmanın böyle bir gediği kullanırken müttefikleri nefis, şehvet ve gadaptır. Gözüne malik olan, iradesini imanla çelikleştirmiştir. Bir adım sonrasında nefsin hilelerinin idrakine varır. Şehvet ateşi, helal dairesinde ve kalbin onu iradi bir biçimde talep etmesiyle yanar. O da bazen farziyeti ifa amacıyladır ki neslin devamı da bu kadarcık ateşe muhtaçtır.
Nefis, baş edilmesi yılkı at gibidir. Üstüne binmeye çalıştıkça kaldırıp yere fırlatır. Onun evcilleştirmek için iradesini kırmak gerekir. Riyazet, esasında nefsin enaniyetini kırar ve onu ehlileştirir. Riyazetin aslı nefsi besleyip şımartan şeylerden mahrum bırakmaya müstenittir. Hz. Musa(as)’nın, Tur Dağı’nda geçirdiği 40 gün, Hz. İsa/as)’nın risalet vazifesinden sonra çölde sınandığı 40 gün ve Resulullah(sav)’ın nübüvvetten evvel Hira Mağarasında geçirdiği uzlet hayatı, nübüvvet sonrası Ramazan ayının son on günü girdiği itikâf, nefsin inadını ve gücünü kırmaya matuftur. Nefis ancak bu menhecle zapt u rapt altına alınır.
Ramazan ayındaki bir aylık oruç, her ayda ve pazartesi, perşembe günleri tutulan oruç, günde beş vakit namaz, mürettep zikir, zekât, sadaka vb ibadetler, nefsin gemlerini ele almak için şarttır. Haddi zatında takvaya uygun davranışlar, düşünceler ve fiiller, gizli-açık infak nefsi dizginlemenin lazım-ı gayri mufarıkıdır.
Şeytan, plansız, programsız ve tek başına çalışmaz. İşbölümü yaparak çok ciddi bir hazırlıkla başlar işine. İnsanı ikna etmek için bazen aklı, bazen nefsi, bazen de sızdığı gönlü ama çoğunlukla bütün azaları kullanır. Şeytan evvela insanın zihin ekranına bir ses, bir görüntü bir hayal, bir düşünce yansıtır. Bu yansıtma tayf, nezğ, hemz veya vesvese şeklinde vücut bulur. Mehdufu hangi şeyle ilgiliyse, fıtratı ve temayülü neye meyyalse şeytan sinyalleri ona göre belirler. Şeytan iddialarının altını doldurmadan, sadece ölümsüz olursunuz veya melek olursunuz diyerek Âdem’i yoldan çıkarmadı. O’nun bu teklifini Âdem düşündü ve makul buldu. Yani ikna oldu. Şeytan insanı bir şeye ikna etmeden işe başlamaz. Şayet bodoslama dalarsa aradaki sitare kalkar ve hem kendisi hem de hilesi münkeşif olur. Yüce Allah Âdem’e secde emri verdiğinde şeytan kendince gayet makul bir gerekçeyle- onu topraktan, beni ise ateşten yarattın diyerek- Rabb'inin emrine uymadı. Aleyhi’l lanenin ikna ederken kullandığı vesileleri iyi bilmek lazım. Kimi zaman sesiyle, kimi zaman atlarıyla, kimi zaman da yaya olarak, göğüslere fısıldadığı vesveseleriyle, mallarımıza, vaktimize, çocuklarımıza, rızkımıza ortak olacağını, her yönden bize yaklaşacağını bildiriyor. Süsleyecek, çekici gösterecek, yoldan çıkaracak, bıktıracak, sabrı bitirecek, korkutacak ki peşine takılan olsun.
İblis’in kalbe nüfuz yolları çoktur. Öfke, önüne geçilmez hırs, kuvvetli şehvet, haset, kin, şımarmış nefis, karnın tıka basa dolu olması, konfor ve lüks düşkünlüğü, tamahkârlık, acelecilik, zengin olma hastalığı, kanaatsizlik, riyaset tutkusu, cimrilik, korkaklık, sabırsızlık, dedikodu ve nemimeye düşkünlük, sui zan, mübalağaya varan mizah ve gülme, kizb, tecessüs/lüzumsuz merak, fitne-fesat peşinde koşmak, adavet, övgüde ve yergide mizansızlık Şeytan’ın ekmeğine yağ sürmekten farksızdır.
Kalbimizdeki maddi hastalıkları tespit etmek için tıbbi bazı tetkiklerden geçiyor, bazı cihazlarla kontrol ediliyorsak manevi hastalıklarımızın da tespiti için bazı hususlara ehemmiyet vermemiz zaruridir. Kalbin manevi bakımdan ahvalini anlamanın birçok usulü mevcuttur. İlmiyle amil, Rabbani bir âlimin ders halkasında bulunmak, basiret sahibi, mütedeyyin, güzel ahlaklı dostlarla arkadaşlık yapmak, yaşadığı cemiyetteki kötü ahlaklı insanların yaptığı kötü ve fena işleri kendi vaziyeti ile mukayese etmek bunlardan en bilinenleridir.
Cenab-ı Hak bizi “ Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır; ona tabi olmayın” diye uyardığı gibi Şeytan’a tabi olmanın ilk basamağı olan Şeytan’ın adımlarına uymayın diye özellikle ikaz ediyor. Çünkü Şeytan’ın ilk tayfı, vesvesesi, hemzi ve nezği insanın alıcılarında karşılık bulursa diğer adımlarını da takip eder. Cenab-ı Hak bizi İblis’ten ve şeytanlaşmış ins ve cinlerden muhafaza etsin.