İSRAİLOĞULLARI VE LANET MESELESİ 

Ahir zamanda meydana gelecek hadiselerle alakalı inanış, İslam’da, Hristiyanlık’ta ve Yahudilik’te benzer unsurlar içermektedir. Hatta Budizm’de bile dünyanın son zamanlarında olacak olaylardan bahsedilir. Yahudilerin kutsal kitabı Tanah’ta Tanrının emirlerine/ şeriata ( 613 mistva) harfiyen uyulması halinde İsrailoğulları’nın dünya milletleri arasında izzet, şeref, zenginlik, güç ve kudret içinde hükümran bir şekilde yaşayacaklarına dair pek çok vaad bulunmaktadır. Üstelik bu vaadlerin bir kısmı Kuran-ı Kerim’de de mevcuttur. Bakara suresinin 40. Ayetinde şöyle buyurulmaktadır: “ Ey İsrailoğulları! Size olan nimetlerimi hatırlayın ve ahdimi tutun ki ben de size olan ahdimi tutayım. Ancak benden korkun!”. Maide suresinde ise  “ Hani bir zamanlar Musa kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah’ın size verdiği nimeti hatırlayın. Zira O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi krallar kıldı, âlemlerden kimseye vermediğini size verdi. Ey Kavmim! Allah’ın size vatan olarak yazdığı Mukaddes Topraklara girin, sakın geriye dönmeyin, sonra kaybedenlerden olursunuz.” şeklinde belirtilmektedir.

İsrailoğulları’nın Allah’a verdikleri söz, onunla yaptıkları misak; O’na hiçbir şeyi şirk koşmamak, gökte, yerde veya suda yaşayan hiçbir canlının suretini yapıp tapmamak, başta olmak üzere Hz. Musa’nın getirdiği Şeriata tamı tamına uymayı, onun ayetlerini ticaret metaı haline getirmemeyi ve elçileri öldürmemeyi havidir. Bakara suresindeki bir ayette Allah, Yahudileri diğer milletler içinden üstün kıldığını belirtmektedir: “  Ey İsrailoğulları! Size olan nimetlerimi hatırlayın ki ben sizi diğer halklara üstün kılmıştım.”. Bu vaadler bir misakın neticesi idi ve uyulmaması halinde dünyevi birçok cezaya uğrayacakları haber veriliyordu. Güneş kadar bariz açık mucizeler görmelerine ve adeta mucizeler yolunda yürümelerine rağmen başta Hz. Musa olmak üzere bütün peygamberlerini sigaya çektiler. Kimisini yalanladılar, kimisini de -Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya gibi - öldürdüler.

Beni İsrail kavmi çöldeki kırk yıllık ilahi terbiyeden geçtikleri yıllarda Mısır’daki görece rahatlarını ve imkânlarını özlediler. “ Hani siz, “ Ey Musa! Biz tek bir çeşit yemeğe dayanamayız. Rabbine dua et de bize toprakta yetişen mahsullerden, sebzelerden, kabakgillerden, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından versin.” demiştiniz. Musa ise , “İyi olanı kötü ile mi değiştirmek istiyorsunuz! Öyleyse şehre gidin; isteğiniz her şey orada var.” dedi. Zillet ve meskenete duçar olup Allah’ın gazabına uğradılar. Bu duruma düşmeleri; Allah’ın ayetlerini inkar etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri , nahak yere haddi aşmalarının bir neticesi idi.”.   Gözleriyle şahit oldukları onca mucize ve azaba rağmen inatkar ve asi bir halk olmaktan vazgeçmediler. Her nerede olurlarsa olsunlar kalıcı olanı geçici olanla, uhrevi olanı dünyevi olanla değiştirerek üzerlerine, karakterlerine ve ruhlarına yapışan zillet ve meskenetle yaşamaya mahkûm oldular; Allah’ın gazabına uğradılar. Bu gazap başka milletler tarafından öldürülme, çeşitli ölümcül bulaşıcı hastalıklara müptela olma, yokluk/kıtlık, köleleşme, sürgünle tecziye, toplumsal birlik ve huzuru kaybetme, fırkalara ayrılma gibi muhtelif şekillerde tezahür etti. Bu cezalardan en dehşetlisi maymuna çevrilmek ve Allah’ın lanetine uğramaktı.

İsrailoğulları’nın niçin böyle bir cezaya müstahak olduklarını iyi düşünmek gerekir. Yüce Kitabımıza göre cezalandırılmalarının birçok sebebi bulunmaktadır. Unutmamak gerekir ki onlar sadece muayyen bir kavme mensubiyetten dolayı laneti hak etmediler. Kınandıkları işleri yapan her millet lanete uğrar. Onlar, gelen peygamberlerin hükümlerini beğenmedikleri zaman ya yalanladılar ya da onları öldürdüler. Peygamberlerinden sadır olan açık mucizeleri yalanladılar. Semavi nimetleri deni olanla değiştirmek, dini değerleri kullanarak milletin parasını haksız yere yemek, Tevrat’ta haram kılınan faizi başka biçimlerle tevil ederek ticaretin merkezine yerleştirmek, fuhşu ve putperestliği yaygınlaştırmak, kendilerini Tanrı’nın seçilmiş halkı olarak görmelerine rağmen Şeriatın hükümlerini menfaatlerine göre değiştirmek, Allah hakkında kesin malumatları olmayan hususlarda ileri –geri konuşarak bütün itikatlarını buna göre tanzim etmek, Allah adına yemin ederek tevsik ettikleri misakı bozmak, hukuk önünde zengin-fakir, soylu-halk, yöneten-yönetilen, din adamı-cahil halk ayrımına giderek adaletsizlik yapmak, toplumsal çürümenin biricik ilacı olan emri bil maruf, nehyi anil münkeri terketmek, altın ve gümüşü yığarak toplumdaki ihtiyaç sahiplerinin hakkını vermemek, kitapları ve peygamberleriyle alakalı ihtilafa düşmek, ayetlerin bir kısmını gizlemek vb cürümleri işledikleri için Allah’ın laneti onları buldu. Bu lanet, bir kavme münhasır kılınmış ebedi bir aidiyet cezası değildir. Yani, mademki bütün Yahudiler bu lanet elbisesini bir defa giymişler; maamafih her asırda üzerlerinde taşırlar şeklindeki bir anlayış yanlıştır. Yukarıda bir kısmı sayılan fiilleri işleyen her toplum, ilahi laneti hak etmeye namzettir.

Birtakım Müslümanlar,  lanete medar olacak birçok cürmü irtikâp edip dururken ilahi laneti Yahudilere mahsus kılarak kurtulabileceğini düşünüyor olabilir. İsrail’in her saldırganlığı ve zulmünde “lanetli kavim” etiketini yapıştırmak da gayet cazip geliyor olabilir fakat hakikat böyle değil ki! Lanetlenen ebediyen bir kavim değil o kavmin yapıp ettiklerinin sadır olduğu hastalıklı bir zihniyettir. Sakınmak gereken de bu düşüncedir.