İSLAMİ DAVET VE TEBLİĞ ÜZERİNE

Günümüz toplumları hakiki bir tebliğle muhattap olamıyor. Kısmi ve küçük ölçekli bir tebliğden söz etmek mümkün olsa da, dünya ölçeğinde ve sahih bir biçimde görünür bir davet çalışması yok. Hâlbuki insanlara İslam’ı eğip-bükmeden, diğer yönlerini bırakıp sadece ahlaki boyutunu ön plana almadan, olduğu gibi ve herkesin anlayacağı sadelikte, yılmadan, yorulmadan, hikmet, basiret, feraset ve fesahatle anlatacak muttaki alimlere her zamankinden daha muhtaç insanlık.. Söz, yalın olarak, kendiliğinden tesir etmez; söze tesir gücünü veren Allah’tır. Davetçi sözün en güzelini, kalbinden kopup gelen merhametle söyler ve etkisini Rabbine havale eder. İnsanların kalbine tevcih edilen güzel söz, vahiy, gökten inen yağmur gibidir; mahza rahmettir düştüğü toprakta, tohumun atıldığı toprakta farklı tepki vermesi gibi, çok farklı şekilde gelişir. Bu tohumların bir kısmı yol kenarına düşer, bir kısmı kayalık yerlere düşer, bir kısmı da verimli toprağa düşer. Vahiy de kendisini iletenin samimiyetine bağlı olarak hedefine ulaşır lakin çok çeşitli aksü’l amel bulur.

Allah’ın emaneti ve hilafeti yüklediği insan / toplum bu yükü taşıma kifayetini kaybederse emanet ve hilafet onlardan alınarak başka insanlara /toplumlara verilir. İsrail oğulları Rabbimiz tarafından seçilmiş bir toplum idi. Ne zaman ki emanete ihanet ettiler ve emri bil maruf nehyi anil münkeri bıraktılar lanete müstahak oldular. Bu durum Maide suresinde şöyle beyan edilmektedir: “İsrail oğullarının inkârcıları Davud(as) ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanete uğradılar. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmalarından dolayıydı. Onlar, yaptıkları kötülükler hususunda birbirlerini uyarmıyorlardı. Yaptıkları şey ne kadar kötüydü” . Peygamberimiz de bizleri şu şekilde uyarmıştı asırlar öncesinden Heyhat ki aynısını işlemekten çekinmedik. Hem de açık ikaza rağmen: “Kesinlikle ve kesinlikle sizden önceki ümmetlerin izini adım adım, karış karış takip edeceksiniz kadar ki onlardan birisi bir keler deliğine girecek olsa siz de gireceksiniz. Dedik ki: ‘ Ya Resulullah Yahudi ve Hristiyanlar gibi mi?’ . Başka kim olacak! dedi.”

Vahiy, asırların geçmesiyle insanlarda tevhidden uzaklaşma ve kalp katılığı hastalıklarının zuhur ettiğini bildirmektedir. İsrail oğulları da uzun müddet sonra kalplerindeki kasavetin etkisiyle vahye karşı kör ve sağır gibi davranmaya başladılar. Biz Müslümanlarda da aynı musibet ortaya çıkmış durumda. Kalplerin katılaşması Bakara suresinde etraflıca anlatılmaktadır: “ Sonra onların (İsrailoğulları’nın) kalpleri taş gibi katılaştı. Hatta taştan daha katı oldu. Hâlbuki öyle taşlar vardır ki sular fışkırır, öyleleri de vardır ki parçalanır da arasında su akar, öyleleri de vardır ki Allah korkusunda dağdan aşağı düşer. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir”

Hz. Lokman (as) oğlu Saran’a birçok nasihatte bulunmuştu. Bu nasihatlerden en mühimi namaza dair olandır. Bu ayetlerde dikkat çekici başka bir husus da tebliğ ve daveti sırtlanma işinin küçüklere de öğretilmesidir. “ Yavrucuğum. Namazı ikame et. İyiliği emret, kötülüğü yasakla. Bu uğurda başına gelene de sabret. Şüphesiz ki bu, çok büyük umurdandır.”

Ahireti hayatının merkezine alan bir Mümin kendi yanlış zanlarına ve delalet yollarına çağırmaz, çağıramaz. Güzel bir çığır açmanın ne kadar hayırlı bir iş olduğunu bildiği gibi kötü çığır açmanın ne azim bir vebal olduğunu da unutmaz. Efendimiz bu vaziyeti şu şekilde beyan ediyor: “ Kim ki iyi bir yol açarsa o yola tabi olanların amelleri gibi, onların sevabından eksilmeksizin, sevap kazanır. Kim de kötü bir yol ihdas ederse o yolu takip edenlerin kazandığı günah gibi ,onların günahından bir şey eksilmeksizin, günah kazanır”.

Bugün elimizde olan Kanonik İncillere göre Hz. İsa (as) insanları tek Allah’a ubudiyete davet etmiştir. Bu daveti de sevgi üzerinde temellendirmiştir. Onun risaletine en fazla karşı çıkan Yahudilerin en dindarları olmuştur. Özellikle Yazıcılar ve Ferisiler yeni davetin karşısında durarak çok şiddetli bir şekilde mücadele etmişlerdir. Hz. İsa (as) tebliğ ve davet esnasında nasıl ki Ruhu’l Kudus ile desteklenmişse samimi tebliğ ehli Muvahhit Müminler de Yüce Allah tarafından teyit edilecektir. Hz. İsa’dan sonra Havariler de aynı şekilde Ruhu’l Kudüs ile desteklenmiştir. Binaenaleyh, muhlis davetçilerin de ilahi yardıma mazhar olacakları ilahi bir vaaddir. Tebliğin akibeti , davet ne nasihati bu ruhla yürütmeye bağlıdır.

İslam’ı anlatan davetçiler kendi sözleri ve görüşlerini vahiy diye pazarlamaktan kaçınmalıdır. Bir ayeti kerimede şöyle buyuruluyor: ”Elleriyle kitabı yazıp da, sonra bu Allah katındandır diyerek onu az bir pahaya satanlara yazıklar olsun!”. İslam’ı anlatma makamında olan şahıslar söylediklerini Kur’an’ a isnat ederken kılı kırk yarmak zorundadırlar. Kendi mülahazalarını ve yorumlarını dinin hakikati imiş gibi insanlara tebliğ eden veya nasihatte bulunan kişilerin iddialarının asılla ne kadar uyuştuğuna dikkat edilmelidir. Din diye anlatılan şeyler, dinin birtakım renklerini ihtiva etse de tamamını yansıtmıyorsa veya olduğu ile tenakuza düşen hususlar içeriyorsa mübelleğ kişilerin daveti reddetmeleri dini reddetme manasına gelmez.

Kendileri Kur’an hakkında söz söylerken geçmişin üzerine sünger çekmeye meraklı yeni yetme ilahiyatçılar Allah’ın kelamını rasyonel akla malzeme yaparak akla ziyan teviller yaparak arı-duru İslam dinini ve anlayışını bulandırmaktadırlar. Asıl amaçları bu olmasa da sonuçta bu mahzura yol açtığını görmek lazım. İndi mülahazalarına hakikatin ta kendisi olarak sarılıp herkesi bu sübjektif hakikate davet eden ve farklı düşünenleri sapıklıkla veya “uydurulmuş din” mensupları diye damgalayanların da bu ayetteki muhataralı vaziyete düştükleri aşikârdır. Hâlbuki metinden(Kur’an) anladıklarını Allah’a izafe etmekte bunu da  “indirilmiş din” diye tesmiye etmektedirler.

Hakiki ve ciddi bir silkinmeye ihtiyacımız olduğu gün gibi ortada. Kendisi Allah’ın kitabını, değil aslından anlamak, yüzünden dahi okumaktan aciz kişilerin Kur’an’a davet ettiği, din anlatma makamındakilerin zamanla meydana gelen dini geleneği din diye anlattığı, ulemanın hükümleri cımbızla seçerek ve remizlerle, sembollerde ifade ettiği bir davet ve tebliğ diliyle ancak bu gün yaşadıklarımız ortaya çıkardı, nitekim de öyle oldu.