İNSAN MÜHENDİSİ:  AHİ EVRAN

Bereket Şam’da; şefkat Anadolu’da demiş İbn-i Batuta.

Doğru demiş mekanı cennet olsun. Zira Anadolu’yu gezmiş aylarca kalmış; az bile demiş.

Taptuk büyük bir kapıdır, Yunus Emre candır, Hacı Bektaş-ı Veli uludur, Şeyh Edebali erendir neden? Gülşehri’nin gülü solmaz, Aşık Paşa bir kale gibi durur şehrin alnında neden? Çünkü hepsi Ahidir.

Nasıl ki harcı iyi karılmış, planlanması zekice yapılmış, mimarisi üzerinde ciddi etütler yapılmış eserlerin rüzgara, yağmura, fırtınaya eyvallahı olmaz , bir toplumu eğiten büyüten hem maddi hem manevi tekamülünü sağlayan insan mimarları da - her şeye rağmen- unutulmaz, hafızalardan silinemez. Moğol, taş üzerinde taş omuz üzerinde baş bırakmamış fakat insan mimarlarımız yeniden inşa etmişler bu milleti ve Osmanlı’nın kuruluşunu sağlamışlar.

Öyle ise sanayi devriminden sonra çeliğin sömürdüğü hayatları biz gönüllerimizde ahi ateşi yakarak eriteceğiz. Ve fakat nasıl ?

Ahilik, ‘’bir insanlık okulu ve kurumudur.’’

Üç şey açıktı: Elin, kapın, sofran; üç şey kapalıydı: Dilin, ayıp arayan gözün ve belin.Göz açıktı ki, etrafına bakarken ibret alsın, kulağın açıktı her duyduğun sözden hisse alasın, alnın açıktı yürüdüğün yolda istikametli olasın…

İnsanlık okulu demekle bir mübalağa yapmış olmuyorum. Sosyal hayatı düzenleyen 700 kural vardı ve bunlar kaynaşmayı ve kardeşliği destekleyen, herkesin hayır demeyeceği, her işi kolaylaştıran yani zorlaştırmayan, müjdeleyen ve fakat korkutmayan güzellikteydi.

Riyayı terk, öfkene hakim olarak; suçları affedip samimi davranarak; yumuşak sözlü olup güvenilir olarak; yaptığımız iyilikten karşılık beklemeyerek, sır saklayarak, hataları yüze vurmayarak, azarlar gibi konuşmayarak, makam ve mevki sahibi olduğumuzda daha mütevazi olarak, güçlü iken affederek… ve daha neler.

Bereket de şefkatte çok sevimli iki kelime, ben öyle inanıyorum ki Anadolu hem bereketli hem şefkatli bir coğrafyadır. Yurt dışında yaşayanların daha iyi bildiği bir gerçek vardır ki, bu topraklarda diğer milletlerden farklı bir hava vardır. Sanayide, teknolojide geri kalmış, hiçbir konuda çağın seviyesine çıkamamış olsa da bu topraklara huzur veren, yaşanılası kılan, gidenlerin bile tekrar pişmanlıkla döndüğü, göbek bağını koparamadığı bir esrar vardır.

Biz öyle inanırız ki, toprağı vatan yapan, kalabalıkları millet yapan yegane bir mihver vardır ki o da Anadolu’da bu topraklarda mayalanmış, zamanlar içinde havasından suyundan DNA’larımıza kadar işlemiş manevi değerlerimizdir.

Atatürk ne diyordu: ‘’Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.’’ Bu gün bilim, insanın kanında, saç telinde yani demem o ki, kanla beslenen her uzvunda bir hafıza olduğunu söylemektedir. Biz farkında olalım olmayalım, aç olana merhamet, yolda kalmışa rehber olmakta can atar; ola ki yardım edemezsek hayıflanırız.

Çünkü kanımızda iyilik ederek mutlu olma bilinci vardır ve Türk insanında bu bilinç fıtrîleşmiştir; aksi yönde davranmak bizi mutsuz eder.

Farkında olarak ya da olamayarak atalardan aktarılan, varlığımızı ve birliğimizi zedeleyen her hal ve hareket mutsuzluğumuzun yegane kaynağıdır. Gelenek ve göreneklerimizin dairesinden uzaklaştıkça yabancılaşmadık mı? Bu yabancılık bizi azaltmadı mı? Bu azlık bizi ne kadar zengin ne kadar yüksek makamlarda olursak olalım yokluğa, toplumsal buhrana, yorgun bir halka dönüştürmedi mi?

Peki üzerimizdeki bu yorgunluğun var mı bir reçetesi derseniz aradığımız o yaşama ateşinin, o tatlı sıcağın, var olmanın lezzetinin nerede olduğunu Ahi Evran’da gördüm ve bir kez daha inandım.

Halk için halk ile yapılan her şey güçlüdür, kalıcıdır ve sarsılmaz. 93 yıllık bir ömür ‘’Çalışmak ve halka hizmet etmek ibadettir.’’ diyerek çıkılan bu yol, 700 sene şuurlu bir şekilde devam etmiş.’’ Eskiler daha iyiydi, eskiden daha mutlularmış, eskiden böyle miydi ?’’ dediğimiz ne varsa Ahilik teşkilatının, o eğitim ve terbiyenin tedrisinden geçmiş güzelim insanlardan dolayıydı.

Biz toplum olarak, Kırşehir olarak sonra bütün ülke olarak Ahilik kültürü etrafında tekrar düşünüp bir araya gelmek mecburiyetindeyiz.