Öğleden sonra Trabzon’a ulaşabildik. Tarih ve coğrafyanın modern zamandaki görünümünü taşıyan şehire varır varmaz karşılaştığımız trafik ışıklarında verilen mesaj, yorgun ، bîçare ve bîzâr gönlümü şadumân etti... Bu güzel hassasiyetten dolayı tebrikler ve teşekkürler Trabzon. Belediyesine.
Peygamber müjdesini nail olmak gayesiyle harikulâde işler yapıp İstanbul'u fethederek Bizans’ın başkenti İstanbul'u Türk/İslam yurdu haline getiren, çağ açıp çağ kapayan şanlı ceddimiz Fatih Sultan Mehmet Han Doğu Karadeniz Bölgesini Türk /İslam yurdu haline getirmek maksadıyla Trabzon’u alıp Pontus-Rum Devletini tarihin dehlizlerine gönderdiğinde takvimler 1461'i gösteriyordu....
O günün anısına fethin nişanesi Ayasofya kilisesi camiye tahvil edildi... Hâlâ inşa edildiği gibi neşeli... Hâlâ büyük bir sevinçle karşılıyor ziyaretçilerini... Milliyet/devlet /mezhep/ideoloji ayırmaksınızın her Âdemoğluna kucak açan hakiki bir mabed izlenimi bıraktı bende... Tarihi eser ve sanat değeri yüksek bir mekânı hoyratça tahrip eden nâdânlar eliyle, Kilisenin dış duvarındaki kemer aralarını süsleyen o güzelim tasvirler yok edilmiş maalesef...
Boztepe esnafı mangırın nerden geleceğini iyi biliyor. Bizim gibi çayın/çorbanın hesabını yapan miskinlerle uğraşmıyor... Müşterilerinin çoğu farklı ülkelerden gelen Arap turistlerden oluşuyor... Karadeniz’e ve Trabzon’a nazır tepenin sakinleri de tabii onlar... Bizim gibiler ise yan masalarda bakabildik manzaraya imkân ölçüsünde...
Trabzon kalesindeki çalışmaların bir an önce bitirilmesi lazım... Boş yere mi tırmandı düldül o kadar yokuşu! Gelenler birbirini haberdar etmese çalışmalar sebebiyle kapalı olduğunu öğrenemeyecektik...
Belediye sosyal tesislerindeki fiyatların düşüklüğü milletin ziham derecesindeki toplaşmasını izaha kâfi... Bir çay 3 lira imiş... Nerde kaldı o fiyatlar... Üstüne üstlük sahil boyunca mis gibi deniz havasını çekerek yürümek de bonus sayılır...
Ganita gecelerinin ne olduğunu afişinden çıkarmak zor olmasa gerek... Yalnız hafif başlayan çisentinin sağanağa çevirmesi ardından da iki saat arabada mahsur kalmak Karadeniz'de tabiî bir hadise imiş; öğrendik...
Trabzon öğretmenevi emsali beş yıldızlı otelleri aratmıyor sunduğu hizmetlerle. Tek eksiği sağanak yağmur esnasında farkına varılan konumu ve Trabzon'daki çoklu yol/tek yol karmaşasında yol bulma sorunu....
Sümela Manastırı ‘na ulaşmak bir saatlik dönekleri ve kıvrımları bol /uzun bir yolculuğa tahammülü zorunlu kılıyor... Arabayı park ettikten sonra dolmuşların istediği ücret tek sefer için normal sayılır. Fakat vertigo rahatsızlığı olanlar için ani dönüşler ve frenler /dur-kalk döngüsü tam bir baş belası....
Ne Sümela'nın insanın dizinin cığını kıran dikliği ve çokluğuyla patikamsı yolu ne de küçücük alanlarda bir yığın insanla omuz omuza/ sıra bekleyerek geçilen tarihi yapıları şahit olunan güzellikleri görmeye engel olmamalı... Zaten yorulanlar için soluklanma bankları mevcut... Manastırın Osmanlı zamanında yapılan dış binasının otantik mimarisi ile iç alanını karşılaştırmayın... Hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz... Zira freskler tahrip edilmiş hatta- rivayet o ki- en nadide kısmını İngilizler çalmışlar... Tıpkı milyonlarca Müslümanın ve Afrika kıtasının emeğini, zenginliğini çaldıkları gibi...
En mühimi de siz, siz olun, araba park edilen alanı çevreleyen leylak çiçeklerini zinhar koparmayın. Koparacaksanız da sakın bakmadan avuçlamayın çiçek salkımını. Zira siyah renkli marangoz arısının elem veren iğnesine ve yakıcı zehrine maruz kalıp, yaylalara çıkıp eşsiz güzellikleri görmeye ayırabileceğiniz vakti Maçka hastanesinde harcayabilirsiniz.
Şayet kendi planınızı aksatacak şekilde dostlarınızın /zevklerindeki farklılıkları dikkate almadan /tavsiyelerine öncelik verirseniz- bizim gibi - yön kavramınızı dumura uğratacak kadar abartılı, kıvrıla kıvrıla birinci kat semaya çıkan Hamsiköy yolunda nevrinizin döner. Evde her zaman yapılan sütlaçtan üstüne ekilmiş az fındık kırıntısı dışında farkı olmayan Hamsiköy sütlacında harikulade bir vasıf bulamaz, gerisin geriye döner gelirsiniz... Allah Allah neden gittik biz şimdi/başkasının görüp de bizim göremediğimiz şey ne ola ki diye hayıflanırsınız...
Bir de akşama kadar mutlaka gezmeniz gereken ve fakat en az iki saatlik gidiş/dönüş mesafesinde olan Uzungöl gibi bir tabiat harikâsı varsa... Evvel Maçka, badehu Trabzon, sümme Of ve ahîran yolun mu dereyi, derenin mi yolu takip ettiğinin anlaşılamadığı Çaykara ilçesi... Müteakiben karanlıkta kenarları zor görünen yolda, kapkaranlık bulutlarla kaplı bir havanın refâkatinde, 30/50 arasında değişen hızla gidilen yollar ve nihayet nadîde yakutlardan daha değerli Uzungöl'e vasıl oluş...
"İnsan, mekânın ruhudur/canıdır." diyen feylesof ne sahih bir kelam etmiş... İğne atılsa düşmez bir insan yoğunluğu ile karşıladı bizi Uzungöl... Neden varsıl Arapların en gözde tatil planının başında burası var şimdi daha iyi anlaşılıyor... Bir anda her şeyin turistlere göre düzenlendiği, alış veriş için inşa edilmiş irili ufaklı yüzlerce dükkânın hepsinin lebabeb maaile Arap zuvvar arasında, yeşil ve mavinin her tonunun birbirine girdiği, yoğun bulutlu tabiat harikasının çevresini dolanırken bulduk kendimizi...
Esnaf işini bilendir. Daha doğrusu işi bilmelidir... Yoksa para kazanmak nasıl mümkün olacak! Nihayetinde ekonominin çarkları dönecek ki insanlar buraya gelip gidecek ortam daim olsun... Turistlerin statüsü ve kapital durumu gördüğü muameleyi müspet yönde etkiliyor..
Mahal sahipleri müşterilerini memnun etmeli ki müşteriler tarafından cazip bulunsun... Davranışlarındaki nezaket /konuşmalarındaki letafet zikre değer; en azından benim izlenimi bu yönde. Çünkü gelenler kültürlü insanlar ve Arap ülkelerinde Uzungöl ‘ün müstesna bir şöhreti var...
Dön baba dönelim şarkısını söylerken içinizden, önce Maçka'ya sonra da Rize'ye kadar direksiyonla mücadele ederek gelirsiniz... Kendinizi öğretmenevinin lobisine atarsınız... Gözünüz de karnınız da yiyecek bir şeyler arar durur... Akşam yemeği niçin verilmez öğretmenevinde anlamaya çalışmak bile gereksiz gelir... Böyle durumlarda şehir merkezinde bulabileceğiniz lahmacun - ayran seçeneği her zaman işe yarar...
Maamafih; biz de öyle yaptık nâçar...
(DEVAM EDECEK)