Hanry James 1843'te New York'ta doğdu. Babası dönemin önde gelen dinbilimci ve filozoflarındandı; ağabeyi William da tanınmış bir filozoftu. New York'ta başladığı eğitimine Londra, Paris ve Cenevre'de devam etti. 1862'de Harvard'da Hukuk Fakültesi'ne girdi. 1865'ten itibaren dergi ve gazetelerde kısa hikayeler yazmaya başladı. 1875'te bir seneliğine Paris'e taşındı, burada Flaubert, Turgenyev ve dönemin ünlü yazarlarıyla tanıştı. Ertesi yıl Londra'ya geçti, 1915'te İngiliz vatandaşı oldu ve 1916'da öldü. Kısa hikayeler, oyunlar, eleştiriler, seyahat kitapları ve özyaşam öyküsü dışında yirmi roman yazdı.
19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında edebiyat eleştirileri, romanlar ve kısa hikâyeleri ile ünlendi. Ana tema olarak insan bilincini işleyen James, hayatın çoğunu Avrupa'da geçirdikten sonra, ölümünden kısa bir süre önce İngiliz vatandaşı oldu. Romanlarında çoğunlukla kadına ve kadınların iç dünyalarına göndermelerde bulunmuştur.
Ederleri arasında; “Yürek Burgusu, Daisy Miller, Bir Hanımefendinin Portresi,Son Derece Tuhaf Bir Durum, Geçmişin İzi, Ustanın Dersi, Washington Meydanı, Dostlarımızın Dostları, Güvercinin Kanatları, Aspern' in Mektupları, Pandora, Ormandaki Canavar, Tutkun Seyyah, Halıdaki Motif, Bir Başyapıtın Öyküsü, Amerikalı, Hayalet Hikayeleri, Güven, Kurgu Sanatı, Tutku, Portreler, Altın Kase, Londra Kuşatması, Poynton’daki Ganimetler” sayılabilir.
Bir roman yazarı olarak sayısız eserle ustalığını kanıtlamış Henry James, 19. yüzyılın sonlarına doğru bir tiyatro macerasına da adım atar; ancak üç kere Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday olan yazarın okuru büyüleyen onca romanının yarattığı beklenti, sahnede olumlu karşılık bulmaz. Bunun üzerine James takip eden birkaç yılı sanat, edebiyat, edebî yetenek gibi kavramlara kafa yorarak geçirir. Halıdaki Desen’de James, “sorunlu sanat bilinci” diye adlandırdığı bu edebî sorunu, fena halde merak uyandıran bir macerayla paralel olarak ele alır.
Öykünün isimsiz anlatıcısı bir edebiyat eleştirmenidir. Günün birinde en sevdiği yazar hakkında bir yazı kaleme alır ve bir süre sonra yazarla karşılaşır. Bu tanışmada yazarın yapıtının gizemli özünün “bir Acem halısındaki karmaşık bir motif gibi” olduğu anlaşılır, o da bu sırrın peşine düşer. Gelgelelim tıpkı onun gibi bu gizemi çözmeye çalışan başkaları da vardır. Bu arayışın giderek saplantıya dönüşmesiyle kahramanlar kendilerini hiç beklenmedik noktalarda bulur... Saplantı dünyayla ilişkileri ve zihni ne derece dönüşüme uğratabilir?
Birkaç alıntı;
“Demek insan hayran olsa da ihtiyatı elden bırakmamalı.”
“… edebiyat bir beceri oyunuydu ve beceri cesaret demekti, cesaret onur demekti, onur da tutku demekti, hayat demekti.”
“Nitelikli bilgisizlik bir diğeri kadar iyidir!”
“İtiraf etmeliyim ki bana acımasızlığa varacak ölçüde kibirli biri gibi gelmişti.”
" Kitapları kaybetmekle kalmamış, adamın kendisini de kaybetmiştim: ikisini de aynı şekilde harcamıştım. Bu iki kayıptan bana hangisinin en çok acı verdiğini de biliyordum. Yazara kitaplarından daha çok bağlanmıştım."
“Deli olduğumu düşünün, buna hakkınız var; fakat kimseye nedenini söylemeyin.”
"Bazı anlar geliyor ki bunun büsbütün intikamım olduğu hissine kapılıyorum."
“Demek insan birine hayran olsa da ihtiyatı elden bırakmamalı, yoksa bir o kadar incinebiliyor!”
“Küçük detay derken aslında ne demeliyim? Kitaplarımı çoğunlukla uğruna yazdığım o şey. Her yazarın kitabında bu tür bir şey yok mudur, kendisini göstermesini sağlayan şey, ona sahip olmak için çaba sarf etmezse yazamayacağı şey, tutkusunun tutkusu, icra ettiği sanatın alevlerini en yükseklere taşıyan şey? Küçük detay dediğim şey bu!”
Daha önce öykülerinden ve romanlarından bazılarını okuduğum Henry James’in bu novellasını kitapçıda gördüm, hemen aldım, bir kafeye girip çay eşliğinde okumaya başladım ve bitirdim. Hepsi iki saat sürmedi… Bir James eseri daha okuduğum için çok mutluyum. Size de öneririm…