HADİSLERİ KUR’AN-I KERİM’E ARZ ETMEK ÇÖZÜM MÜ? ( 2 )

Bu meseledeki düşüncelerimi efradını cami, ağyarını mani bir şekilde birkaç hadis bağlamında şu şekilde izah etmek istiyorum: Resulullah’tan rivayet edilen bir hadiste, sahabe arasında Farisül İslam/İslam süvarisi diye isimlendirilen, peygamberimizin “ Allahım onun attığı her oku hedefine ulaştır, dualarını müstaceb kıl!” şeklinde dua ettiği büyük sahabi Sa’d b. Ebi Vakkas’ın Veda Haccında Mekke’de hastalandığı Resulullah’ın da onu ziyaret ettiği bildirilmektedir. Hastalığı şiddetlidir; Sad b. Ebi Vakkas ölümcül sanır. Tek bir kızı vardır. Malının üçte birini tasadduk etmek ister peygamberimiz izin vermez. Yarısını sadaka olarak vermeyi ister yine izin verilmez. Üçte birini vermeyi sorduğunda olumlu cevap gelir. Müteakiben bu hükmün gerekçesini de şöyle açıklar: “Geride başkasına muhtaç olmayan mirasçılar bırakman başkalarına el avuç açan mirasçı bırakmandan daha hayırlıdır. ”Sad b.Ebi Vakkas ; “Medine’ye dönebilecek miyim?” diye sorar Hz. Nebi(as) “ Evet döneceksin; seninle birçok insan(Müminler) fayda görecek, birçok insan (Küffar) da zarar görecek. Allahım! Ashabımın hicretlerini tamam et, gerisin geriye döndürme. Kendisine üzülmek gereken kişi Sa’d b. Havle’dir! ”diye cevap verir. Efendimiz, Sad b. Havle, Hicretten sonra Mekke’de hastalanıp öldüğü, Medine’ye dönemediği için ona üzüldüğü için bu şekilde cevaplandırmıştır.

Bu hadis, Kur’an’a arzı savunan bir kardeşimiz tarafından Kur’an’a aykırı diyerek reddedildi. Gerekçe şöyle ifade edildi: “ Peygamberimiz daha fazla vermek isteyen birisine mani olmaz. Hem niye olsun ki! Bence bu Kur’an’a aykırı. Kapitalizme yol açıyor bu anlayış! ”.Karşı çıkan kardeşimizin imandaki samimiyetini bildiğim için hadisin sebebi vürudunu izah ettim. Sad b. Ebi Vakkas’ın hastalığından endişelendiği, öleceğini zannettiği, bu maksatla ahiret azığı edinmek amacıyla malının çoğunu vermek istediğini, hâlbuki Resulullah’ın onun yaşayacağını bildiğinden ötürü kızıyla birlikte yaşarken kimseye muhtaç olup pişman olmasına mani olmak amacıyla böyle davrandığını belirttim. Hatta Peygamberimizin başka Sahabilerin şartlar gereği (Tebük Savaşı öncesi gibi) malının tamamını veya yarısını Allah yolunda bağışlamasını teşvik ettiğini de ekledim. “ Abi ne sen ne de ben Kur’an’ın tamamını ihata edecek ilme sahibiz. İmam Nevevi gibi bir âlimin bu kitabında yer vermesi hadisin sahih olduğunu gösterir benim açımdan. Âmâ sen daha fazla ilme sahipsen bilmiyorum! ”dedim. Ortam müsait olmadığı için tartışmanın büyümemesi ve münakaşaya dönüşerek kardeşimizin ayağının kaymaması gayesiyle fazla uzatmadım.

Hâlbuki Kur’an’da birçok ayeti kerime bu hükmü destekler, elinde avucundakini saçıp savurmayı nehyeder. Örneğin İsra suresindeki iki ayette ; “ Akrabaya, yoksula, yolda kalmış kişiye hakkını ver. Saçıp –savurma. Çünkü böyleleri Şeytan’ın kardeşleridir. Şeytan da Rabbine karşı çok nankördür.” ve “Sakın eli sıkı olma, ölçüsüzce açık da olma. Sonra kınanacak, kendi kendine hayıflanacak hale düşersin!” buyurulmaktadır. Furkan suresinde de cimrilik de saçıp savurmak da yasaklanarak şöyle denilmektedir: “Onlar( Rahman’ın has kulları), infak ettikleri zaman ne saçıp savururlar ne de cimrilik yaparlar. İkisinin ortası bir yol tutarlar.”. Bu mevzuda Bakara suresindeki “ Ne infak edeceklerini soruyorlar. İhtiyaçtan fazla olanı! de.” ayeti ve Haşr suresindeki “ …. (Muhacirlere) onlara verilenden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymazlar, kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler…” ayeti tearuz ediyor gibi dursa da dikkatle incelendiği vakit bu ayetlerin farklı durumları anlattığı kolayca anlaşılmaktadır. Bu ayetlerin indiği dönemde Muhacir Müslümanlar Medine’de ihtiyaç içindeydiler. Böylece ihtiyaç fazlası malın paylaşılması teşvik edildi; tıpkı kurban etlerinin üç günden fazla saklanmasının yasaklanması hükmü gibi. Diğer ayet ise ganimet paylaşımında Muhacirlerin tercih edilmesi karşısında Ensar’ın fedakârlığını övme babında varid olmuştur. Maamafih hadisin Kur’an’a aykırı olduğu iddiası çok zayıf olduğu ortada iken hadisleri Kur’an’a kim, hangi iman, ilim, idrak, anlayış, basiret, feraset seviyesiyle ve hangi amaçla arz edecek suali cevap bekliyor.

Gaybla alakalı hadisleri de ele almak istiyorum: Hz. Nebi’den mervî birçok hadiste geçmişe, yakın geleceğe, yakın geçmişe, Kıyamet gününe, ahiret gününe, kabir âlemine, cennet ve cehenneme dair hadisler bulunmaktadır. Gaybla alakalı hadislerin Kur’an’a aykırı olduğunu savunanların bayraklaştırdığı ayetlerden birincisinin meali şu şekilde; “De ki: Allah’ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Hiç kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?”. İkinci ayeti kerime ise şöyle : “De ki: Ben kendi nefsime zarar veya menfaat sağlayamam. Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Şayet gaybı bilseydim kendi namına hayrı çoğaltırdım. Bana herhangi bir kötülük de dokunmazdı. Ben ancak ve ancak inanan bir kavim için uyarıcı ve müjdeleyici birisiyim.” .Buna benzer ayetler dikkatle tetkit edildiğinde alelıtlak olarak gayb bilgisinin kimseye açılmayacağı yargısına ulaşanlar var. Bu kişiler gaybi ihbar anlamına gelen her hadisi bu iki ayete muarız gördükleri için de kolaylıkla reddediveriyorlar. Hakikaten vaziyet böyle mi? Birlikte bakalım diğer ayetlere: “…O, Gaybı bilendir. Gaybını, elçilerden seçtiklerinin dışındaki hiç kimseye açmaz…”. Ali İmran suresinde geçen bir ayeti kerimde “Allah sizi gayba muttali kılmaz ancak seçtiği resullerden dilediği müstesna…” buyruluyor. Hz. İsa (as) kendisinden sonra adı Muhammed olacak son peygamberi müjdeleyerek şöyle demişti: “Bir zamanlar Meryem oğlu İsa şöyle demişti: Ey İsrailoğulları, ben; Tevrat’ı tasdik eden ve benden sonra gelecek Ahmet isimli bir peygamberi müjdelemek için size gönderilen Allah’ın elçisiyim.”.Hz. İsa, kendisinden beş asır sonra doğacak bir peygamberin geleceğine dair gaybi bir bilgiyi onlara haber veriyor. Yine Hz. İsa(as), Yahudilere “ sizin yediklerinizi ve evde biriktirdiklerinizi de haber veririm!” diyor. Buna benzer meselelerde sarih bir tenakuz olmadığı müddetçe ya hadisi kabul etmek ya da başka delillere ihtiyaç olduğu düşünülüyorsa hüküm vermeden tevakkuf etmek en sağlam yöntemdir.Sığ bir bakış açısıyla hadisi reddetmek ilmi değil,hissidir.

“Kim, Ramazan orucunu inanarak ve karşılığını sadece Allah’tan umarak tutarsa onun geçmiş günahları bağışlanır.” Hadisini diline dolayanlar var. Bu hadisle güya kişiler günah işlemeye davet ediliyormuş. Günahlar önemsizleştiriliyormuş. Dolayısıyla bu söz mevzu imiş. Yine buna benzer bir hadiste de “Kim ağzından fahiş söz çıkmadan, fasıklık yapmadan haccını tamamlarsa annesinden doğduğu gün gibi günahsız döner. ”Bu tip hadislerde bahsedilen tövbe ve ihlas ile yapılan ibadetlerin insanın günahlarının kefaretine vesile olacağını bildirerek Müslümanları tövbeye ve salih amellere teşvik etmektir. Bu tip hadisler, Kur’an’ın muhkem nasları ve meşhur sünnet de desteklemekte iken bile itham edilebiliyor. Dolayısıyla Kur’an’a arz eden Ahmet farklı bir sonuca Mehmet farklı bir sonuca Hasan ise daha başka bir neticeye ulaşabiliyor.

Bir önceki yazımızda da sarahatle belirtiğimiz gibi Kuran-ı Kerim hükümlerin masdarı ve menbaıdır. Elbette açık bir tenakuz ile malul bir rivayet senedi sağlam diye hemen kabul edilmez; çok titiz bir şekilde araştırma yapılır. Ancak her aklına, beğenisine, dünya görüşüne, fıtratına ve mantığına uymayan hadisi uydurma diye reddetmek doğru bir yöntem değildir. Çok süslü fakat aldatıcı bir söz olarak kullanılan “ Bize Kur’an yeter!”, “ Sadece Kur’an!” vb. cümleler maalesef kötü maksatları gizleyen bir sütreye dönüşmüştür. Resulullah’ın örnekliğini yok saymanın başlangıç seviyesi bu anlayıştır. Bu anlayış sahiplerinin hedefi gerçekten Allah’ın Kitabına teslim olmak olsa ne ala der geçeriz lakin ayetleri ters yüz ettirip manaya beş on takla attırdıktan sonra yeni bir hüküm ihdas ediyorlar ki ayetleri tahrif de böyle yapılmıştır. Kelimeleri konuldukları yerden başka bağlama taşıyıp tevil cihetine gitmek. Maalesef Kur’ancı diye ön plana çıkan bazılarının modern yorumları da Yahudiler’in kınandıkları tahriften farklı değildir.