Gurabehane-i Laklakan

Gurabehane-i Laklakan yani Düşkün Leylek Evi, 19. yüzyılda başta leylekler olmak üzere göçmen kuşların bakım ve tedavisinin yapılması amacıyla Osmanlı döneminde kurulmuştur. Merkez, Osmangazi Belediyesinin desteğiyle tekrar açıldı. Dünyada bir benzeri daha olmadığı bildirilen ve Türk halkının hayvanlara verdiği önemin bir göstergesi olan Gurabahane-i Laklakan, Osmanlı Devleti'nin ilk hayvan hastanesidir. Osmanlıların leylekleri bile düşünerek onların yeme içme, barınma ve tedavi ihtiyaçlarını karşılamak üzere açtığı bir hayır kurumu olduğu belirtilmektedir. Hastane tarihi Irgandı Köprüsü'nün batı ayağındaki binada hizmet vermektedir. Veteriner hekimler haftanın belirli günlerinde hastalanan hayvanları burada tedavi etmektedirler.

Gurebâhâne-i Laklakan yani “düşkün leylekler evi”, Hâşim’in; bahçesinde beslenen leyleklere atfen Bursa’daki Fransız konsolosluğu binasına yakıştırdığı isimdir. Bursa’ya dair önemli izlenimlerinin de yer aldığı makalesine bu başlığı verir. Ahmet Haşim’in 1921-1927 yılları arasında çeşitli gazete ve dergilerde çıkan yazıları arasından seçilen 29 denemenin yer aldığı Gurebahane-i Laklakan – Gariban Leylekler Evi 1928 yılında yayımlanmıştır. Alaturka ve alafranga saat sistemlerinden modaya, kadın ve erkeğin bedensel estetiklerinden sonbahar şiirlerinin değerlendirilmesine kadar çok farklı konuları ele alan denemelerin ortak yanı son derece usta bir kalemin, her cümlede fark edilen yazıya hâkimiyeti ve üslupta gizli olağanüstü ince alaycılığıdır.

Annesinin ölümü üzerine 12 yaşında babasıyla birlikte İstanbul’a geldi. 1897’de Galatasaray Sultanîsine yatılı olarak verildi. 1907’de mezun olunca Reji İdaresine memur olarak girdi. Bir taraftan da Mekteb-i Hukuk’a devam etti. Birinci Dünya Savaşı’ndaki askerliği (1914 - 1918) sırasında Anadolu’nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu. 1924’de Paris’e. 1932’de de hastalığı sebebiyle Frankfurt’a gitti. Çeşitli yerlerde memur olarak çalışan Hâşim, daha çok öğretmenlik yaptı. Sanâyi-i Nefise Mektebinde (Güzel Sanatlar Akademisi) mitoloji dersleri hocalığı ve Mülkiye Mektebindeki Fransızca öğretmenliği görevlerine 4 Haziran 1933 de ölünceye kadar devam etti.

Renkler, kokular, meyveler, hayvanlar, şehirler Hâşim’de keskin gözlem gücü ile birlikte şairane sezişin etkileyici bir üslûpla sunulduğu metinlere dönüşmektedir. Gurabahane-i Laklakan adlı kitabındaki denemeleriyle de osmanlıca yayınlanmış• kitabı da bulunmaktadır.

Haşim, edebiyat tarihimizin belki de tek ciddî hayvanseveridir. İlgisi ve şefkati haşerâta kadar uzanır. Mesela ”Müthiş bir böcek” başlıklı yazısında, tahtakurusunun akıl almaz cesaretinden övgüyle söz etmiştir. Bir gece uykusunun derin bir yerinde keskin bir ısırışla fırlayıp elektrik düğmesini çevirince görür ki, doymuş bir tahtakurusu aptal aptal kaçmaya çalışıyor. Küçük haşereye dokunmaz, ”çetin talii ve müthiş cesareti hakkında hayretle düşünceye” dalar. Bu cesur ve o ölçüde savunmasız haşereyi öldürmemesi, muhtemelen diğer canlılar hakkında savunduğu düşüncelerle ilgilidir.

Çok sayıda yazının yer aldığı eserden özellikle kitaba adını veren hikayeden alıntılar yapmayı tercih ettim;
“On beş sene evvel, bir tatil haftasını geçirmek için Bursa’ya gitmiştim. Üç dört saatlik hazin, kirli, eğlencesiz bir vapur seyahatinden sonra ovalar içinde iri bir tırtıl ağırlığı ile sürüklenen ufak bir şimendifer beni aynı günün akşamında, karanlık bir duvar gibi semalara kadar yükselen Keşiş’in (Uludağ) eteğindeki yeşil şehre bırakmıştı. (…) O sıralarda İstanbul’un yazar gençleri arasında (mimari) bir milliyet-perverlik hüküm sürüyordu. Herkes evvelce işitilmemiş eski bir mimar ismini bulmakla iftihar ediyor, makaleler ihtiyar mermerlerin mana ve asaletinden bahsediyor, şiirler kemer ve sütunların güzelliğini söylüyordu. Edebiyat lisanı duvarcılık ve marangozluk tabiratı ile dolmuştu. Türk münakaşaları ile ca-be-ca (yer yer) dostluklar teessüs ediyor, düşmanlıklar vücut buluyordu. Ben bile bir akşam Köprü’den İstanbul’a geçerken ince ve hafif minareleri altın semalara teressüm eden(resmedilme) Yenicami’nin mimarisine dair bir münakaşa yüzünden eski bir mektep arkadaşımla müddet-i hayat için bozuşmuştum. Milli şuurun uyandırdığı deruni kuvvetler henüz büyük felaketlerin çekiciyle dövülmemiş, bugünkü rüştünü bulmamıştı. Bu kuvvetler havai fişekler şeklinde, hayatın gecesinde renkli ateşlerden seyyal nakışlar çizdikten sonra dağılıp gidiyordu.

“O sıralarda Bursa’da benim de ne yapacağım tabi belliydi: Abideleri görmek, nakışlar ve çinilere dair tetkikatta bulunmak, sormak, düşünmek, not almak ve nihayet mimarinin (tarih) ve (ebed)i hakkında az çok uydurma yeni bir keşifle zengin, müstakbel münakaşalar için yerinde toplanmış kuvvetli vesikalarla silahlı olarak İstanbul’a dönmekti. Öyle yaptım. (…) Çekirge’de Hüdavendigar türbesini ziyaret ettim. Türbedarın bana üç yüz senelik diye gösterdiği bir Kuran’ın yazı ve tezhibine takdir ve hayretle baktım. Türbenin kutsi Ulu’su Sultan’ın ceylan derisinden bir seccade, bir zırh gömlek ile bir miğferden ibaret cengaverane metrukâtına (=miraslar) haşyetle (=korku ve dehşet) ellerimi dokundurdum.”

“(…) İşte Gurebâhâne-i laklakan!’ dedi. Biliniz ki bahçemin bu köşesi hakikat halini almış kendi hayalimdir. Bu harap üç oda ile onları çeviren bu bahçe köşesinde, ömrümün bu son günleri sükûn ve tahayyül içinde geçiyor. Fırsat buldukça buraya iltica ederim. Zevcem bile bana burada refakat etmez. Bu inzivagahta arkadaşlarım yalnız sakat ve ihtiyar bir iki leylektir. Bilmem Bursa’yı gezerken gördünüz mü? Haffaflar (ayakkabıcılar) Çarşısı’nın ortasında bir meydan var. Bu meydan malul bazı hayvanların dar-ül-acezesidir. Kanadı veya bacağı kırık olan leylekler, bunamış kargalar, kör ve sağır baykuşlar burada halkın sadakası ile iaşe edilir. Haffaf esnafının aylıkla tuttuğu belki yüz yaşında, baktığı sakat leylekler kadar amelmande (sakat) bir ihtiyar, toparlanan sadaka parası ile her gün işkembe alır, temizler, parçalar ve insan merhametine iltica eden bu zavallı kuşlara dağıtır. Haffaflar Çarşısı’ndaki sakat leyleklerin bir iki tanesini buraya aldım. Ben de artık bir ihtiyar sakat leylekten başka neyim? Bu köşe onlar ve benim için bir gurebahanedir. Son günlerimizi burada birlikte yaşayıp bitireceğiz. Onun için paviyona (köşk) Gurebahane-i Laklakan ismini verdim.”

Bu kitaptaki denemelerin özellikle üslubuna dikkat etmekte be o ince ironiyi yakalamakta anlatılmaz tatlar var. “Bir Ağaç Karşısında” isimli yazısında, bir çiçekçi dükkanında tutsak kalmış bitkileri anlatırken adeta bir metafor bombardımanı yapıyor Haşim.

Gurabahane-i Laklakan Leylekler Bakımevi olarak bilinen bu bakımevi, Bursada varlıklı Osmanlı Ermeni bir aileden doğan ve yaşamı boyunca bir Türk dostu olarak bilinen, Fransız konsolosluğunda görevli sn. Grégorie Bay’ın konutunun bir bölümündeki özel mekandır. Bu yazıyı yazmaya hazırlanırken yaptığım araştırmalarda Gurabahane-i Laklakan’ın Osmangazi Belediyesince yeniden yaptırılacak olduğunu öğrendim ve heyecanla sizle de paylaşmak istedim.