GDO-1  

Bugün değişik bir konuya girmek istedim. Zira artık GDO’lu gıdalar yaşamın bir gerçeği oldu.  Peki Nedir GDO?

Doğal yollarla olmayan ve gen dizilimi üzerinde değişiklik yapılarak elde edilen yeni yapıdaki canlılara Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) denilmektedir.Bazı kaynaklarda bunlar kısaca gen transferi anlamında  “transgenik”  olarak adlandırılmaktadır.

Gen, Yunancada  doğum ve başlangıç anlamında olan “genos”tan geliyor. Yaşamı belirleyen genler,canlı hücresi içinde bulunan  dört asitten meydana gelmiş DNA sarmalı içinde  yer alıyor.Adenin, Timin,Sitozin ve Guanin denen kimyasalların oluşturduğu DNA sarmalında, aynı zamanda anne ve babadan gelen 23’er kromozom bulunuyor.

Biyolojik yöntemlerle kendi türü dışındaki  bir türden gen aktarılarak,belirli özelikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara “transgenetik” ya da  genetiği değiştirilmiş organizma deniliyor. Bu kapsamda domuza ait bir gen domatese, bakteri ya da virüse ait bir gen de bitkiye aktarılabiliyor.

Modern çağın ürettiği besinler gittikçe sunileştiği,  doğallığını kaybettiği için insan genetiğine uygun değildir.

GDO’lu gıdalar sağlıklı değil, oldukça toksin üretiyor, kısırlığa neden oluyorlar  ve hatta çeşitli alerjik   hastalıklara da neden oluyorlar.

Küresel sistem, insan odaklı değil, her geçen gün artan bir şekilde  kar odaklı olarak çalışmaktadır.

Binlerce yıldan beri insanlar bitkilerin genetik özelliklerini ıslahla değiştirmişlerdir. Geleneksel bitki ıslahının amacı yeni özelliklere sahip bitkilerin elde edilmesi ve  bunların arasında istenilen özellikte bitkilerin seçilmesidir. Bu amaca ulaşmak için istenen özelliklere sahip  ebeveyn bitkiler birbirleriyle melezlenmekte ve elde edilen döllerin, ebeveynlerin özelliklerini taşıyıp taşımadığına bakılmaktadır.Fakat bu yöntem kullanıldığında , ebeveynlerden döllere istenilen özelliklerin yanında  istenmeyen özellikler de  aktarılmaktadır. Daha sonra istenmeyen özellikler  melezleme yoluyla elimine edilmektedir. Bu yıllarca süren bir işlemdir. Ayrıca bu yol,yakın akraba bitkilerin eşeysel uyumla melezlenmesi esasına dayanıyordu. Burada farklı türler arasındaki özeliklerin aktarılması mümkün değildi. Gelişen gen teknolojisi  bu engeli de ortadan kaldırdı.

Hastalıklara ve  zararlılara dayanıklı  genin aktarılmasıyla  bitkilerde hem ilaçlama maliyetlerinin azaltılacağı  hem de bitki strese girmeyeceği için verimde bir artış sağlanacağı öne sürüldü. Bu teoriye göre herbisitlere dayanıklılığın kazandırılmasıyla tüm yabancı otlar ölürken bitki canlı kalıyor, böylece masraflar düşerken verimde de bir artış sağlanıyordu.

Sonradan görüldü ki  canlılar üzer,inde yapılan bu değişiklikler;canlı sağlığı, biyolojik çeşitlilik, ekolojik dengenin bozulması ve  biyoçeşitliliğin azalması gibi olumsuz etkilere sebep oldu. Üzerine bir de patent konulup satılan bu ürünlere olan ekonomik bağımlılığın artmasıyla , insanlarda hastalıklara neden olan bir çok çeşitli zararlar ortaya çıkmaya başladı.

“Ben GDO’lu ürün yemiyorum, çocuğuma da yedirmiyorum” demek  yaşadığımız çağda artık gerçekçi değil.İşlenmiş ve paketlenmiş gıdaların ve şişelenmiş içeceklerin büyük çoğunluğunda, çoğunluğu dünyada  GDO’lu olarak üretilen  mısır ve soyanın türevleri bulunmaktadır.

Kendisi bir Genetik bilimci olan Prof Drt. David Suzuki ; “Herhangi bir politikacı veya bilim insanı, bu ürünlerin( GDO) güvenli olduğunu söylüyorsa, ya geri zekalıdır ya da bilerek yalan konuşuyordur.” demişti.

Dr.Pribyl çalışmalarından biliyordu ki, bir bitki hücresine  yeni bir gen yerleştirildiğinde  istemeden de olsa  yeni zehirler(toksinler) ortaya çıkabiliyordu.