Modern Türk Romanının babası sayılan Halid Ziya Uşaklıgil’in Ferdi ve Şürekâsı adlı eseri, İzmir devresi romanlarının sonuncusu ve en hacimlisidir. 1892 yılında Hizmet Gazetesi’nde tefrika edilmiş, 1895 yılında ise kitap halinde basılmıştır. Halit Ziya, zümre farklılığının sebep olduğu bir çatışmanın romanını yazmak istediğinde Fecr-i Ati dönemi özelliklerini taşıyan bu eseri kaleme almıştır.Babasının ölümü üzerine öğrenimini yarıda bırakan İsmail Tayfur, babasının çalıştığı ticarethanede onun yerine çalışmaya başlar. Sahibi Ferdi Efendi’dir. Eşini uzun zaman önce kaybeden Ferdi Bey kızına çok bağlıdır. Kızı Hacer ise İsmail Tayfur'a âşık olmuştur. Kızının günlüğünü okuyan Ferdi Bey İsmail Tayfur'a âşık olan kızının durumuna üzülerek İsmail Tayfur'a kızıyla evlenmesi için baskı yapmaktadır.İsmail Tayfur ise babasının küçük yaşta yanlarına aldığı Seniha’ya âşık olmuştur. Zayıf karakterli İsmail Tayfur gerçekle hayalleri arasında kalmıştır. Olayı annesine anlattığında annesinin Hacer ile evlenmesi için telkinlerine maruz kalır ve Hacer ile mutsuz bir evlilik yapar. Ne var ki Hacer, Saniha ve İsmail Tayfur arasında olan aşkı anlar ayrıca talihsiz bir konuşmaya da kulak misafiri olur. Kendisini odaya kapatarak mumla perdenin tutuşmasına neden olur ve evde yangın çıkartır, ölür. İsmail Tayfur ve Seniha son anda kurtulur ancak İsmail Tayfur yaşadığı şokla aklını yitirir.
Roman, İsmail Tayfur ve iş arkadaşlarının iş yerindeki hesap işlerinin anlatımıyla başlar. Ferdi Efendi’nin ticarethanesinde otuz iki kuruşluk açığı bulmak için on iki saatten beri çalışmaktadırlar. Yoğun bir çalışmanın ardından açığı bulabilirler. İş yerinde dört kişi çalışmaktadır. Bunlar roman kahramanı İsmail Tayfur, hayatını Ferdi ve Ortakları Şirketi’nde hesap işlerine bakarak geçirmiş olan Hasan Tahsin Efendi, oldukça geri plânda kalmış olan Osman Şevket ve Mehmet Rıfkı’dır.Sakallı’ya göre; Halid Ziya, on iki saatlik çalışmanın ardından usanmış olan Hasan Tahsin Efendi’ye ticarethanenin kuruluşunu ve o günlere gelişini anlattırır. Hasan Tahsin Efendi anlatır, İsmail Tayfur ve arkadaşları dinlerler. Bu anlatımda Ferdi Efendi’nin kişiliği sergilenir. Ferdi Efendi oldukça hasis ve paraya düşkün bir insandır. O, bir patrondur. Hasan Tahsin ise otuz iki yıllık bir işçidir. Hayatını kısaca gözden geçiren Hasan Tahsin, ömrünü hesap işlerine ve Ferdi Efendi’nin ticarethanesine vermiştir. Ayrıca bu yaşlı karakter İsmail Tayfur’un çalışma arkadaşı ve can dostudur. Üçüncü bölüme kadar iş yeri ve iş yerinin mahiyeti ele alınır. Üçüncü bölümde hesap işlerini bitiren Osman Şevket ile Mehmet Rıfkı beraber iş yerinden çıkarlar. Hasan Tahsin ve İsmail Tayfur da beraber çıkarlar. Babıâli Caddesi’nde ayrılırlar. İsmail Tayfur oradan iskeleye iner. Roman kahramanı tanınmaya ve tanıtılmaya başlanır. Geriye dönüş tekniği ile İsmail Tayfur’un hayatı belirlenir. Bu belirleme ile İsmail Tayfur’un ruh hali beraber verilir:
“İsmail Tayfur, okuldayken neler düşünür, neler olmak isterdi! Ara sıra önemli bir gazetenin başyazarı, ara sıra bir bakanlığın önemli bir memuru, ara sıra zamanın büyük bir edebiyat adamı olurdu. O zaman kendisini çok büyük bir yazı masasının önünde kağıtlar içinde dalmış, ya parlak bir arabanın köşesinde kürküne sarılmış, ya da duvarları dolu bir kitaplığın içinde halkın yayımlanmasını beklediği bir esere son düzeltmeleri yapmaya başlamış görürdü. Kader, bu umutlarla eğlenmiş, genç adamı tutup Ferdi ve Ortakları Ticaretevi’nin muhasebe odasına atmıştı.”
Romandaki bu durum çeşitli kaynaklarda, iç benle dış benin çatışması (İsmail Tayfur), ferdî olanla- sosyal olanın çatışması, aşk-para çatışması, zengin-fakir çatışması gibi şekillerde adlandırılsa da romandaki esas çatışma; temeli maddi imkân ve imkânsızlığa dayanan bir zümre farklılığı kısacası bir sınıf çatışmasıdır:
“Zenginlik!.. O, öyle bir güçtür ki, insanları yüksek, yoksulluğun içinde çırpındığı süprüntülerden pek yüksek bir yere çıkarır; dünyayı toplumu oradan gösterir. Zenginlerle yoksullar arasındaki ayrım, bundan başka bir şey değildir. Onlar, bizi görmek için yukarıdan bakarlar, biz onları görmek için başımızı kaldırırız. Aman Tanrım! İnsan, kim bilir zenginlik dedikleri o noktaya çıktığı zaman kalbinin nasıl şiştiğini duyar? Göz, o yükseklikten baktığı zaman, kim bilir, aşağısını nasıl derin bir uçurum; o uçurum içinde kaynaşan yaratıkları nasıl küçük görür?.. Kuşkusuz, o insanlık, bizim insanlığımızın üstünde bir şeydir; kuşkusuz o dünya, bizim dünyamızdan başka bir şeydir...”
“Bak şuraya! Dört mecidiyeye dört saat için binilmiş kırık bir kira arabasının yanında; takımı bin liraya çıkmış parlak bir araba var. Bak, ikisi bir yerde duruyor. Oysa ikisi de ayrı ayrı dünyaların başka başka uçlarından gelmiş... İyi bakıyor musun? Şu zengin arabası; atlarının gururlu kişnemesi, renginin parıltısı uşağının yaldızlı düğmeleriyle o yoksul arabasının kemikleri çıkmış atlarını, solmuş rengini, arabacının yırtık giysisini aşağılatıyor gibi değil mi? Ah!.. Yoksulluğun, zenginliğin yanında nasıl boyun eğerek geçip gittiğini; paranın çaresizliği nasıl ayaklar altına alıp çalım attığını görmek için böyle genel yerlere; yoksulluğun ezildiği, zenginliğin bayrağını yükselttiği yerlere gelmeli, bakmalı, görmeli...”
Huyugüzel’e göre; “Romanda fakir-zengin çatışması ve fakirliğin acılığının yanı sıra Nemide ve Bir Ölünün Defteri’nde gördüğümüz üçlü aşk kalıbı da uygulanmıştır. Böylece roman daha kapsamlı bir hale getirilerek iki ayrı sosyal çevreye mensup gençler arasında gelişen aşk, kıskançlık ve fedakârlık duygularını anlatacak şekilde düzenlenir... Ferdi ve Şürekâsı’nda roman kahramanları, öncekilere kıyasla daha geniş bir sosyal çevre içinde görünürler. Burada birbirinden farklı iki sosyal çevre vardır: Birincisi sonradan görme, zengin Ferdi Efendinin paraya değer veren aile çevresi diğeri de İsmail Tayfur’un fakir, mütevazı ve daha ziyade sevgiye değer veren aile çevresidir. Zengin-fakir ya da diğer bir ifadeyle para-aşk tezadı bu iki aile içindeki fikir ve davranışlarda açıkça kendini gösterir. Bu tezat, kızından ve kendi çıkarından başka şeye değer vermeyen Ferdi Efendi ile onun fakir, emektar muhasibi Hasan Tahsin arasında da belirgin bir şekilde mevcuttur. Romandaki olaylar ya da olay örgüsü işte bu iki farklı çevre arasındaki çatışmadan doğar... Evlilik, Halid Ziya’nın bütün romanlarında olduğu gibi burada da mutluluğu felâkete dönüştüren ana olaylardan biridir. Buna uygun olarak Ferdi ve Şürekâsı önceki romanlardaki gibi trajik bir şekilde biter.”
Roman Hasan Tahsin Efendi’nin pişmanlığını ifade eden şu satırla son bulur:
“...Bütün bu felaket yok mu?... Öyle sanıyorum ki, buna iki kişi yol açtı: Annesiyle ben! Annesi, oğlunu zengin görmek istedi. Ben de, hayatım boyunca çalışarak meydana gelmesine katkıda bulunduğum bu zenginliğin, hiç olmazsa bizden birine geçmesini istemiştim. Her ikimiz de zenginliğin mutluluk getireceğini, ama kalbi başka bir emelle dolu bir adamın bunu yeterli bulmayacağını düşünmemiştik. Sonunda...”