Ferda-yı Garam

Mehmet Rauf’un ikinci romanı Ferdâyı Garâm (Aşkın Yarını), Eylül’ün bir bakıma ön çalışması niteliğindedir. İlk kez Servet-i Fünun dergisinde, 1897’de tefrika edilmiştir. Derin ruh tahlillerine girilen kahramanlar, hayattan beklediklerini bulamamış, mücadele gücü zayıf, melankolik kişilerdir.Sermet ve Macit birlikte büyümüş iki kuzendirler. Sermet okuduğu kitapların da etkisiyle yaşadığı dünyaya ve çevresine uyum sağlamakta zorlanmaktadır. Babasının memuriyeti nedeniyle ailesinden ayrı, amcasının evinde yaşamak zorunda kalan Macit ise bu ayrılığın hıncını Sermet’ten çıkarmak arzusundadır. Aralarındaki kavga ve didişmeler yerini yavaş yavaş farkına varacakları aşka bırakır.

 Mehmet Rauf’un, umutsuzluktan beslenen romanları Ferda-yı Garam, Eylül, Genç Kız Kalbi ve Böğürtlen’dir. Hayal kırıklığına uğrayan, hayatta aradığı mutluluğu bulamayan ve karamsarlık içinde yaşayan kişiler, söz konusu romanlarda işlenmiştir. Bu romanlarında, aşkı bulma ve mutlu olma konusunda kendisini hayatın akışına bırakan, eyleme geçmeyen ve her şeyi olduğu gibi kabullenen pasif kişiler ön plandadır.Ece Serrican Kabalcı’nın tespitlerine bakalım; Ferda-yı Garam, Macit ve Sermet arasındaki aşkı konu edinir. Babasının tayini nedeniyle amcasının yanında kalmak zorunda olan Macit, ortada herhangi bir neden olmasa da, bu ayrılığın nedeni olarak amcasının kızı Sermet’i görür. Onun, Sermet’e karşı olan düşmanca tavırları şu şekilde anlatılır:

“Çocuğun annesine öyle aşırı bir düşkünlüğü vardı ki onu annesinden ayırmak pek zor olmuştu. Macit ağlayarak annesiyle birlikte gitmek için yalvardıkça annesi onu birlikte götürmek istiyordu. Annesine karşı babası, “Canım, orada Sermet de var, sıkılmaz.” diyordu. İşte çocuğun kalbine ilk nefret buradan girmişti. O zaman Sermet’le ilgili olarak büyük bir soğukluk duydu. (…) Sermet olmasa annesinden ayrılmayacaktı gibi geliyordu. Annesi için haftalar boyu ağladıkça, bu üzüntülü duygular arasında onu da ağlatıp incitmek istiyordu.”Sermet ile Macit arasındaki çekişmeler, her ikisi de büyüdükçe farklı bir seyir izler. Geçmişte yaşanan çocuklukları bir kenara bırakıp ciddi konular hakkında fikir alışverişinde bulunurlar. Seçtikleri ve üzerine konuşmayı sevdikleri konuların başında aşk gelir. Duygusal ve hassas bir tabiata sahip olan Sermet için aşk, birlikte ölüme gidilecek bir yoldur. Sermet’e göre, genç ve mutluyken ölmek en büyük mutluluktur. Bu düşüncelerini ifade ederken şunları dile getirmektedir:

“Bana gelince, benim için bir tek aşk vardır: Ölümde aşk! Ancak severken ölürsek yarının baskısından kurtulabiliriz… İşte bu! Hayatın mutluluğu, mümkünse severken ölmektir! Bunu anlayacak, benimle ortak emelleri, umutları paylaşacak, yani beni o kadar sevecek ki. Bakınız, henüz acı çekmeden mutlu ölmek için birlikte ölmeye razı olacak, bütün bir hayatın varsayılan mutluluğunu bir geceye sığdıracak.”İyi giyinme ve süslenme merakı bulunan Macit ise, ulaşılması imkânsız bir aşk istemektedir. Macit’te karamsarlık ve umutsuzluk, gençlik hayatı boyunca etkisini sürdürmüştür. Özellikle kadınların yaklaşımı ve onlardan aldığı yaralar kendisini aşktan uzaklaştırmıştır:

“Kadınlara karşı uçmaya hazır bir hayalciye ilk gençlik yıllarının açtığı aşkın mavi ufuklarından sonra başarıların verdiği büyük bıkkınlık duygusu bir hastalık gibiydi. Her yaştan, her zevkten, her aşktan ibaret başarıların verdiği bu duygu kalbini harap eden biricik hastalıktı. Kendisine acı bir pişmanlık vermeden, kapanmaz yaralar açmadan geçen hiçbir ilişkisinin olduğunu hatırlamıyordu. Sahip olduğu hiçbir kadında aradığını bulamamak, her birinde nefret ettiği şeylerle karşılaşmak, beklenmedik yeni üzüntülerle yıkılmak… Bütün bunlar gençlik ateşiyle yanan kalbine, sınırsız umutlarına bir tekdüzelik, bir sakatlık, bir güçsüzlük getirmişti. Ne zamandır kalbinde hiçbir kadına karşı yeni titreyişler, gençliğin kutsal gecelerini renklendiren gülümseyişlerden doğan ürpermeler doğmuyordu… Aşkla ilgili bütün duyguları kanıyor ve inliyor gibiydi.”Macit, kadınlar hakkındaki hislerini dile getirirken hayalinde süslediği aşkı hiçbir zaman elde edemeyeceğinden korkar. Bu korku o kadar büyüktür ki, yanı başında duran Sermet’e karşı hissettiklerinin farkına varamaz. Macit, hayal ettiği kadını Sermet’e anlatırken şunları dile getirir:

“Ben öyle bir kadın istiyorum ki. Aman tanrım, bana güleceksiniz şimdi ama öyle bir kadın ki. Bütün bu bıktığım, hınç ve düşmanlık duyduğum kadınlara hiçbir biçimde, sonsuza kadar benzemesin, bildiğim tek şey bu. Öyle bir kadın ki. Aman tanrım, bir gün acaba ben bu kadına rastlayacak mıyım?”

Törenek’e göre; “Macit’in bu düşünceleri ve her şeyi gözünde büyüten tabiatı, Mehmet Rauf’un kişilik özellikleriyle örtüşür. Çünkü her güzel şeyin kalbinde bir yara açtığını ifade eden Rauf için önemli olan sevmektir. Onun tabiatının en ayırıcı vasfı budur. Zihnine takılan, fikrini işgal eden bir konuyu sürekli derinleştirerek basit şeyleri büyük aşklara dönüştürür.” Macit de tıpkı yazar gibi zihninde derinleştirdiği ve bulamadığı için umutsuzluğa düştüğü bir kadın imajına ve aşk düşüncesine sahiptir. Zaman geçtikçe Macit, Sermet’in duyarlılığına ve derin düşüncelerine hayran olur. Onu daha yakından tanıdıkça Sermet’e karşı sergilediği tüm davranışların ve kıskançlıkların aslında aşk olduğunu anlar. Yıllardır aradığı ve bulamadığı aşkı Sermet’te bulması, Macit’in hayatında yeni bir sayfa açar. Hayatının mutluluk içinde sürmesi için Sermet’e muhtaç olduğunu anlar. Mutsuz geçen hayatındaki bu devre, onun aşkla yenilenmesi demektir:“Gençlik elemlerinden ve uzun kavuşma hayallerini izleyen aşk nöbetlerinden yıllarca büyük acılar çekmişti. Bütün bu acılardan sonra gelen bu baharın karşısında ilk kez içinde yeni özlemler kabarıyordu. Artık her türlü ferahlıktan uzak ve güçsüz sandığı kalbinde yeniden kıpırdanmalar başlamıştı. Sanki ölümcül hastalıktan çıkmış ve yeniden hayata dönercesine tüm bunlardan büyük bir zevk duyuyordu.”

 Sermet ve Macit arasında söze dökülmeden büyüyen bu aşk, birlikte çıktıkları sandal gezintisinde doruğa ulaşır. Sermet, Macit ile kavuştukları gece “Gel beraber ölelim.” dediğinde Macit’in de “Gel bu son gecemiz olsun.” şeklinde karşılık verdiği görülür. Her ikisi de kavuştukları gecenin son geceleri olmasını isterler. Kavuşma gecesine hazırlanan Sermet:

“(…) bütün yüzyılların ciğer yakan elemlerine, unutturan ve avutan göğsünü hep açık tutan ölümün sonsuz kılacağı bu zifaf gecesi için, büyük bir özenle, saatlerce, yalnız bunun için süslenmiş, tazelenmiş, titreyerek Macit’in kucağına atılmıştı.”Sermet ve Macit arasında gelişen ve mutlu bir sona ulaşmaktan uzak bir aşkı işleyen Ferda-yı Garam, umutsuzlukla başlayıp umutsuzlukla bitmiştir. Sermet ve Macit’in yaşam sevgisinden uzak, karamsar bir tablo içinde yaşadıkları bir aşk anlatılmıştır. İki gencin, kavuştukları gece beraber ölmeyi arzu etmeleri Servet-i Fünûn edebiyatında sıkça görülen intihar özleminin eserdeki yansımasıdır. Mehmet Rauf yazınının önemli bir eseri olan bu anlatıyı tabii ki sizlere öneriyorum…