EN GÜZELİ 

       Bir kız vardı, talibi çoktu. Ama o hiç birini istemedi. Bir delikanlı talip oldu, onu da kabul etmedi. Zengin,  daha yakışıklı birisi ile evlenmek istiyordu. Nihayet talip delikanlı şehirden ayrıldı. Yıllar sonra şehre döndü. Merak etti; “acaba bu kız evlendi mi” diye. Birisine sordu, o da evlendi diyerek evini gösterdi. Evin güzel bir bahçesi vardı, rengârenk güller ve çiçeklerle donanmıştı. Derken bahçe kapısı açıldı, bir kişi çıktı; başında saçı yok, kilolu, çirkin birisiydi. Zengin de değildi. Adam gittikten sonra merak edip eve vardı, zile bastı. Kapıyı açan hanım zile basanı tanıdı. Adam, talip olduğu halde neden kendisinden daha yakışıklı birisi ile değil de böyle çirkin bir kişi ile evlendiğini sordu. Kadın: “sana cevabı, senden bir şey isteyerek vereceğim" dedi. "Şu bahçeden bana en güzel gülü getir" dedi kız. "Ama bir şartım var; geriye dönmeden bakacaksın güle" dedi. Yani bahçenin başından başlayacaksın sonuna doğru, en güzel gülü bulmak için yürüyeceksin, fakat asla geriye dönmeden en güzelini arayacaksın. “Tamam” dedi adam. Bakınmaya başladı ve bahçenin başından itibaren en güzel gülü bulmak için yürüdü. Önce sarı güzel bir gül gördü, tam koparacaktı daha güzel pembe bir gül gördü. Onu da koparacaktı ki “daha güzel” diyerek başka bir kırmızı gül goncası gördü. Ona koştu ama, öncekiler kadar güzel değildi. Daha güzelini bulayım diyerek yürüdü, bahçenin sonuna geldiğini fark etti. Baktı ki bahçenin sonunda solmuş, yaprakları dökülmekte olan bir gül vardı, ondan daha güzeli de yoktu. Başka çare yoktu, onu kopardı ve kıza getirdi. "İşte anladın mı neden o adamla evlendiğimi?" dedi kız.

       Hikâye bu kıymetli dostlar. Ama çok şey anlatır bize. Hayatımızı bir gözden geçirelim. Yaşantımız nasıl. İsteklerimiz neler ve onların peşinden nasıl da koştuğumuzu, hatta geriye hiç dönmeden ısrarla daha iyisini, en güzelini, en çoğunu, bulmak ve sahiplenmek için koşuşturduğumuzu göreceksiniz; hem de kendimizi o kadar kaptırmışız ki hiç kimseyi görmeden, kimseyi gözetmeden, her şey benim olsun, hepsine ben sahip olayım sevdasına kapıldığımızı anlayacaksınız.

       Özellikle son yıllarda basın-yayından çokça şahit oluyoruz. Hırs bürümüş gözümüzü istediğimizi sahiplenmek için hiç bir şeyi gözümüz görmez oldu âdeta. Adam talip oluyor bir kıza, isteği kabul görmeyince başlıyor zulme ve nihayetinde onu öldürecek kadar duygu körelmesine kapılıyor. Böyle cinayetler de yaşanmakta maalesef toplumumuzda.

       Etrafımızda olan biten bazen bizi hiç ilgilendirmez. Hayatta yalnız olmadığımızı, bizden başkalarının da olduğu, birbirimize ihtiyacımızın olduğu aklımıza asla gelmeden bir hırstır düşeriz peşine. Şu geçici, vefasız, acımasız dünyada, var olalı bir değirmen gibi insan öğüten zamanın bizi de bırakmayacağını düşünmeden hayatı zehir ettiğimiz nice gerçekler var.

       Oysa aradığımız iyilik ve güzellikse başkalarını gözetmeden o bizi mutlu etmez. Çok kazanalım, çok biriktirelim, bütün mal mülk bizim olsun ise unutmayalım ki bu hayatta bizden başkalarının da payını vermiş Yüce Yaradan. Herkes nasibi kadar elde eder. Elbette nasip arayacağız. Hatta çok çalışacağız. Zengin de olacağız. Varlık sahibi olmayı kötü görmez dinimiz. Ama hırsın peşine düşüp başkalarını hiçe saymak, hakkı gözetmemek bize kazandırmaz, yalnız bırakır hayatta.

      Şu hayatta mutlu ve huzurlu olmanın en kestirme yolu, bizim gibi mutlu olanların çok olmasıdır. Öyleyse kendimizin arzu ve isteklerinin peşine düşerken, başkalarını da en az kendimiz kadar düşünmeliyiz. Oysa Sevgili Peygamberimiz: “Siz kendiniz için arzu ettiğinizi mü'min kardeşiniz için de istemedikçe olgun mü'min olamazsınız” buyurmamış mıdır?

      Hırsın sonu asla yoktur aziz okurlar. Bunları şu fani hayattan öğreniyoruz. Tarihe sorduğumuzda bu konuda bize çok şeyler söyleyecektir.