Edebiyât-ı Cedîde yada Servet-i Fünûn Topluluğu

Bu köşemizde Tanzimat Edebiyatından, ilk roman, öykü ve tiyatro eserlerinden çıktık yola. Daha önce Tanzimat Edebiyatı hakkında kısa ve öz ansiklopedik bilgi vermiştik. Bugün de İslam Ansiklopedisi ve https://edebiyat-i-cedide.nedir.org/ gibi kaynaklardan edineceğimiz Edebiyât-ı Cedîde yada Servet-i Fünûn Topluluğu hakkında temel bilgileri hatırlayalım. Bunun arkasından dönem sanatçılarından yaptığımız okumaları sizle paylaştığımızda oturtacağınız yer biraz daha sağlam olsun ümidindeyim. Haydi başlayalım.

Çevresinde toplandıkları dergiden dolayı bu gruba “Servet-i Fünûn edebî topluluğu” da denilmektedir. 1859’da Şinâsi ile başlayan yeni edebî faaliyetler, devri içinde “Şinâsi mekteb-i edebi” veya “edebiyât-ı cedîde” adlarıyla anılmıştır. 1896’ya kadar pek de yaygın olarak kullanılmayan bu isimler, belirli bir gruplaşmayı değil sadece divan edebiyatına tepki olarak yenileşmeyi belirtiyordu. Daha sonra Servet-i Fünûn dergisi etrafında toplanan şair ve yazarlar, yeni bir edebî akımı başlattıklarını ifade edecek şekilde kendilerinden ve yayınlarından “edebiyât-ı cedîde” diye bahsettiler. Önceki yenilikleri benimseyenlerce bu hareket bir süre “yeni edebiyât-ı cedîdeciler” şeklinde hafife alındıysa da daha sonra kabul gördü. Bugün Servet-i Fünûn edebiyatı ile Edebiyât-ı Cedîde adları, 1896-1901 yılları arasında özellikle şiir, roman ve hikâye alanında verilmiş olan eserler ve yazarlar hakkında kullanılmaktadır.

Edebiyât-ı Cedîde’nin edebiyat görüşlerini yansıtan belirli bir beyannâmesi yoktur. Mensuplarının dağınık birtakım teorik yazılarından, romanlarındaki kahramanlarının -özellikle Halit Ziya’nın Mâi ve Siyah’ta Ahmed Cemil’e söylettiği- ifade ve davranışlarından, edebî ürünlerinin ortak özelliklerinden, nihayet daha sonraları kaleme alınan hâtıralarından dil, edebiyat, genel olarak sanat ve hayat hakkındaki görüş ve düşüncelerini öğrenmek mümkün olabilmektedir. Edebiyât-ı Cedîde mensuplarını bir araya getiren sebepler arasında, bunların orta sınıf esnaf ve memur çocukları olmaları, disiplinli, programlı ve yabancı dil öğreten okullarda eğitim görmeleri gibi benzer sosyal ve kültürel çevrelerde yetişmiş bulunmaları da zikredilir. Nihayet bu sebeplere birçoğunun psikolojik olarak içe kapanık, hissî hatta marazî yaratılışlı şahsiyetler olduklarını da eklemek gerekir.

Edebiyât-ı Cedîde’de isimleri ve eserleriyle ün yapmış başlıca şahsiyetler şunlardır: Şairler; Tevfik Fikret, Cenab Şahabeddin, Hüseyin Sîret (Özsever), Ali Ekrem (Bolayır), Ahmet Reşit (Rey), Süleyman Nazif, Süleyman Nesib, Faik Âli (Ozansoy), Celâl Sahir (Erozan), Hüseyin Suat (Yalçın). Roman ve hikâye yazarları; Halit Ziya (Uşaklıgil), Mehmed Rauf, Hüseyin Cahit (Yalçın), Ahmed Hikmet (Müftüoğlu) ve Saffetî Ziya.

1877’den itibaren Osmanlı-Rus Savaşı (Doksanüç Harbi) ve mağlûbiyeti, Meclis-i Meb‘ûsan’ın kapatılışı, zamanla sansüre ve jurnallere dayanan bir rejimin oluşması, yazarları da siyaset ve toplum meselelerinde susmaya zorlamıştır. Bu durum edebiyatta içe kapanma, kendi ıstıraplarını dile getirme şeklinde tezahür etti. Siyasî ve sosyal problemler yerine estetik değerlerde gelişme ve derinleşme görüldü. Bu tavır Abdülhak Hâmid ve Recâizâde Mahmud Ekrem neslinin de özelliklerindendir. Edebiyât-ı Cedîde bir bakıma bunların devamı sayılabilir.

Bu edebiyata mensup olanların estetik değerlere önem vermeleri, en çok edebî dilin teşekkül ve gelişmesinde kendini gösterir. Şiirde olduğu gibi nesirde de uzun vokalli, âhenkli kelimeleri, Farsça terkipleri, vasf-ı terkîbîleri bol bir dil benimsemişler, bu yüzden Tanzimat’ın başlangıcından beri tedrîcî bir sadeleşmeye doğru giden yazı dilini yeniden ağırlaştırmakla suçlanmışlardır.

Servet-i Fünûn roman ve hikâyesi Türk edebiyatında önemli bir hamle teşkil eder. Vak‘adan çok ruh tahlillerine, edebî bir dil kullanmaya önem verme, şuurlu olarak roman tekniğine yönelme Halit Ziya ve Mehmed Rauf’un romanlarıyla başlamıştır. Psikolojik yapı olarak hissî, bu sebeple de romantik olması gereken Edebiyât-ı Cedîdeciler, Fransız edebiyatından realist ve natüralist romancıları takip etmişlerdir. Bu durumda roman tekniği, dil ve tasvirlerde realist olan Servet-i Fünûn yazarları kahramanlarını çok defa romantik, gerçek hayatı tanımayan, hislerine mağlûp insanlardan seçmişlerdir. Bu tezat, hayatın gerçekleri karşısında hayal kırıklığına uğrayan iradesiz insanların romanlarını doğurmuştur. Bu romanlarda realist-natüralist mektebin gereği olarak çevre-insan ilişkileri, biyolojik veraset problemleri başarıyla işlenmiştir. Devrin diğer bir yeniliği de roman ve hikâye türlerinin birbirinden kesin olarak ayrılması ve küçük hikâye türünün yaygınlık kazanmasıdır.

Servet-i Fünun Döneminin Genel Özellikleri;
1) ‘Sanat için sanat’ ilkesine beğlıdırlar.
2) Cümlenin dize ya da beyitte tamamlanması kuralını yıkmışlar ve cümleyi özgürlüğüne kavuşturmuşlardır. Beyitin cümle üzerindeki egemenliğine son verirler. Cümle istediği yerde bitebilir.
3) Servet-i Fünuncular aruz ölçüsünü kullanırlar. Ancak aruzun dizeler üzerindeki egemenliğini de yıkarak, bir şiirde birden çok kalıba yer vermişlerdir.
4) Onlar ‘her şey şiirin konusu olabilir’ görüşünü benimsemişler; fakat dönemin siayasal baskıları nedeniyle aşk, doğa, aile hayatı ve gündelik yaşamın basit konularına eğilmişlerdir.
5) Şiirde ilk defa bu dönemde konu bütünlüğü sağlanmıştır.
6) ‘Sanatkârâne üslup’ ve yeni bir ‘vokabüler’ (sözvarlığı) yaratma kaygısıyla oldukça ağır bir dil kullanmışlardır.
7) ‘Kafiye kulak içindir’ görüşünü benimserler.
8) Şiirde üç değişik biçim kullanmışlardır.
a) Batı’dan aldıkları ’sone’ ve ‘terza-rima’
b) Divan edebiyatından alıp, türlü değişikliklerle kullandıkları müstezat (serbest müstezat)
c) Bütünüyle kendi yarattıkları biçimler
9) Şiirde olduğu gibi romanda da (devrin siyasal baskıları nedeniyle) sosyal konulardan uzak dururlar.
10) Romanda, romantizmin kimi izleri bulunmakla birlikte genel olarak realizme bağlıdırlar.
11) Romanda da dil ağır, üslup sanatkârânedir.
12) Roman tekniği sağlamdır.
13) Yazarlar daha çok yaşadıkları ortamı anlatma yoluna gittikleri için konular, İstanbul’un çeşitli kesimlerinden alınmalıdır.
14) Betimlemeler gözleme dayalıdır ve nesneldir.
15) Bu dönem sanatçıları, devrin siyasal baskıları nedeniyle gazetecilik, tiyatro gibi alanlara pek fazla eğilmemişlerdir.
16) Her bakımdan Avrupalılaşmak gerektiğine inanmışlar ve Batının ilim, sanat ve edebiyatından yararlanmaya çalışmışlardır.
17) Dîvan edebiyatı büyük ölçüde zaafa uğratılmış, en ufak bir hamle yapamayacak hale getirilmiştir.
18) “Sanat sanat içindir” anlayışı hakimdir. Bu yüzden sanatçılar halk yerine aydın zümreye seslenmişlerdir.
19) Ortaya koyulan edebî ürünlerin ağırlık noktasını aşk, tabiat, merhamet, sanatkârın kendi günlük yaşayışı ve yakın çevresi gibi ferdî konular ve psikolojik tahliller teşkil eder.
20) Şiir, hikaye, roman, edebi tenkit, makale ve mensur şiire çok önem verilerek bu türlerde Batılı örneklere ulaşılmış; tiyatro, mizah ve edebiyat tarihi gibi türler sönük kalmıştır.
21) Bu dönem şairleri, Dîvan edebiyatı nazım şekillerinin pek çoğuna yer vermediler. Verdiklerinde ise çok büyük değişiklik yaptılar. Ayrıca Fransız şiirinden aldıkları sone-terza-rimo gibi Batı edebiyatını klasik nazım şekillerini kullandılar.
22) Hece vezni önemsenmemiş, bu vezinle sadece çocuk şiirleri yazılmıştır. Aruza önem verilmiştir. Nazım, nesre yaklaştırılmıştır. Göze göre kafiye değil, kulağa göre kafiye anlayışı benimsenmiştir.
23) En kusurlu yönleri, dil ve üsluptur. “Sanat, sanat içindir” anlayışı ile hareket ettikleri için, konuşma dilinden uzaklaşarak, anlaşılamayan bir dil ile süslü, yapmacık bir söyleyişe yöneldiler.

Servet-i Fünun Edebiyat Anlayışı;
1. Çağdaş Fransız edebiyatına benzer eserler ver­mek ve bu eserlerde sanat için sanat anlayışına bağlı kalmaktır.
2. Servet-i Fünûncuların örnek aldıkları Fransız yazarları, realist­lerle natüralistlerdir. Aynı edebiyatın şiirde yaptığı yeniliklerde kısmen Parnasse, kısmen Symbolisme akımlarının izleri vardır.
3. Bu edebiyatın bir diğer özelliği, Avrupa tipi eserler vermek yolunda Tanzimat edebiyatından daha becerikli, daha çalışkan oluşudur.
4. Servet-i Fünûncular, kendi­lerinden önceki Avrupaî Türk edebiyatını hem iptidaî, hem yetersiz buluyorlardı. Onlara göre, Tanzimat edebiyatı: “J.-J. Rousseau'dan beş on sayfa, La Fontaine' den birkaç efsane, Vefik Paşa'nın Moliere adaptasyonları, sayısı onu geçmediği halde sanat bakımından hiç de başarılı sayılamayacak birkaç hikâye"den ibaretti. Servet-i Fünûncular, Türkiye'ye tam anlamıyla Avrupai bir edebiyat getirdiklerine inanıyorlardı.
5. Servet-i Fünûncular, herhangi bir halk sınıfına hitap etmekten uzak kalmışlardır. Servet-i Fünûncular, yurt çoğunluğunun bedii-içtimai ihtiyaçlarını dü­şünmemiş: Yurdun, İstanbul dışı hayatiyle çok az ilgilenmiş, mevzularını Avrupa­lılaşmış aydınların hayatından almış ve yine onlar için yazılmış bir salon edebiyatı meydana getirmişlerdir.
6. Eserlerini mübalağalı derecede aristokrat bir dille yazma­ları, baskısı yüzünden hiç bir sosyal hareketin başına geç­mek imkânı bulamayışları; nihayet, karakter bakımından toplumcu olmaktan çok, sanatkâr bir ruh taşımaları, onları daha çok yüksek sanat eseri oluşturma anlayışına bağlı bırakmıştır.

Servet-i Fünun Hikaye ve Romanı
1. Bu edebî tür, daha Tanzimat yıl­larında bile, yeni şiirin gördüğü ölçüde itiraz görmemiş, bünyesindeki Avrupaî yenilikleri Türk hayat ve edebiyatına daha kolay kabul ettirmiştir. Bunun baş­lıca sebebi, gazeteciliğin kuruluşundan beri edebiyatta nesrin daha geniş bir rağ­bet görmesi, nazmın ise hemen yalnız şiirde kullanılan bir ifade vasıtası haline gelmesidir.
2. Roman, Türk edebiyatında âdeta yepyeni bir edebî tür diye karşı­lanmış, onun, eski ve manzum Şark hikâyelerinin yerini aldığı, muhafazakârlarca fark edilmemiştir. Bu sebeple, önce tercüme eserlerle başlayan Avrupaî Türk ro­manı, kısa zamanda telif eserlerin yazılmasını teşvik eden, geniş bir rağbet gör­müştür.
3. Servet-i Fünûn romancıları arasında ilk öğrenimlerinden beri, Avrupa dillerini ve edebiyatlarını öğrenmiş bulunanlar vardı. Bunlar, roman zevkini ya doğrudan doğruya Batı edebiyatından, yahut yine Batı tesiri altında gelişen Tan­zimat romanından almış bulunuyorlardı. Yeni romancılar, eski Türk edebiyatına zevk, şekil ve edebî anlayış bakımından bağlı bulunmadıkları için, Türkiye'de Av­rupaî roman ve hikâyenin gelişmesi yolunda tam bir cesaretle ve geriye bakma­dan çalışabilmişlerdir.
4.Tanzimat'ın hikâye ve romanı, Fransız romantiklerinden biraz da realistler­den örnek almıştı. Servet-i Fünûn romancılarına örnek olanlar da, genel olarak realist ve natüralist Fransız edebiyatıyle, yine Fransa'da bir psikolojik roman çı­ğırı açan yazarlardır.
5. Batı'ya dönüşün kuvvetli oluşu ve eski Doğu'dan hatıra taşımayışı yüzünden, Servet-i Fünûn romanının yalnız roman mimarîsi değil, hayatı ve kahramanları da biraz Avrupaîdir. Bununla beraber, Edebiyat-ı Cedîde romancılarının roman dünyamıza içinde bulundukları sosyal hayattan bazı kuvvetli tipler ve sahneler getirdikleri inkâr olunamaz. Halid Ziya'nın Mai ve Siyah romanındaki Ahmet Ce­mil tipi, Aşk-ı Memnu'daki Firdevs Hanım, Nihâl ve Bihter, o devir İstanbul'unda yaşamışlardı.
6. Servet-i Fünûn'un küçük hikâyesi, daha çok, Sami Paşazade Sezaî'nin ulaş­tığı merhaleden harekete geçmiş durumdadır. Servet-i Fünûn yazarlarının kitaplar dolusu küçük hikâyeler yazmaları çok önemlidir, Bu yazarların yaşadıkları çağ­lar, Türkiye'de küçük hikâye edebiyatının altın devri sayılır. Küçük hikâyenin, yazarlar ve okuyanlar arasında gördüğü rağbet, Servet-i Fünûn'dan sonra da yeni birtakım küçük hikâyecilerin yetişmesini sağlamıştır.