Ahmet Mithat Efendi, romanlarında Türkiye'deki batılılaşma sürecinin toplum yaşamı üzerindeki etkilerini irdeler. Kadın erkek eşitsizliğine değinir. Toplumda değişmesini istediği düşünce ve yaşam biçimlerini açıkça ortaya koyar. Batılılaşmanın etkisiyle toplum yaşamında değişen ve gittikçe daha karmaşık duruma gelen ahlak değerlerini işler. Dürdane Hanım, bu yapıtlarından en önemlisidir.
Yirmi sekiz yaşlarında bir dul olan Ulviye Hanım, babası da ölünce İstanbul'daki yalısında yaşlı annesi, hizmetçi ve uşaklarıyla yaşamaktadır. Yalının önü deniz, üç yanı bahçedir. Komşu yalı sahibi Halveti Efendi'nin rahmetli ilk karısından kızı Dürdane on sekiz yaşlarındadır; iki yalı halkı arasında tanışıklık yoktur. Ulviye, Dürdane'yi merak eder, bazı sırları olabileceğini düşünür, araştırır. Becerikli bir kadındır, erkek kılığına da girer, pek çok erkekten daha kuvvetlidir. Bir gece Ulviye, iç taksimatını öğrendiği komşu yalı bahçesine geçer, Dürdane'nin penceresine tırmanır, odada bir erkek görür; Dürdane'nin gizli sevgilisidir bu. Ulviye, baba dostu bir İngiliz doktordan o sırada yeni icat edilmiş telefonun İstanbul'da da satılmaya, kullanılmaya başlandığını öğrenmiştir; bir telefon edinir, alıcıyı bir gece Dürdane uyurken gizlice onun odasına yerleştirir, hat çeker, kulaklığı kendi odasına koyar. Şimdi Dürdane 'in anne ve babasının bile farkında olmadıkları gizli aşkın yaşandığı odada konuşulanları, Ulviye bir bir duymaktadır. Dışarda çok zaman erkek giyimiyle dolaşan, Acem Ali Bey adıyla tanınan Ulviye, Galata meyhanelerinde Sandala Sohbet ile dost olmuştur; Sohbet, onun genç bir kadın olduğunu anlarsa da ses çıkarmaz.
Yazar, Acem Ali Bey’in Dürdâne Hanım’a yardımını konu olarak alırken, okurlarını hem eğlendirmeyi hem de eğitmeyi ve insanlık dersi vermeyi amaçlar. 7 Şubat-8 Mart 1882 tarihleri arasında Tercüman-ı Hakikat gazetesinde 25 tefrika halinde yayımlanmış, ardından aynı yıl kitap hâlinde basılmıştır. Roman beş kısımdan oluşmaktadır. Bölümlere alt başlık olarak romandaki kişilerin isimleri verilmiştir. “Acem Ali Bey” adlı ilk bölümü büyük ölçüde Sandalcı Çerkes Sohbet ile Acem Ali Bey arasındaki diyaloglar oluşturur. Bu bölümde Acem Ali Bey‘in Sohbet’ten “esrar”lı bir iş için yardım isteyeceği haberi ile bölüm sona erer. Okuyucu bu esrarlı işin ne olduğunu merak eder. “Ayşe Ebe” adlı ikinci bölümde ise Ayşe Ebe’nin beş gün kaybolduktan sonra üzerinde güzel bir elbise ve yüz lira para ile dönmesi ve bu süre içerisinde başından geçenleri ailesiyle paylaşmaması merak unsurunu arttırır. Ayşe Ebe’nin üç kişi tarafından kaçırılıp erkek kıyafeti giydirilerek gizlice Dürdane Hanım’ın doğumunu yaptırması bu bölümün önemli hadisesidir. Üçüncü Bölüm “Ulviye Hanım” adını taşır. Bu bölümde Ulviye ve Dürdane hanımların yalı komşusu olduklarını öğreniriz. Ulviye Hanım o yıllarda yeni icat edilen telefon sayesinde gizlice yan yalıdaki konuşmaları dinlemekte, böylece Dürdane’nin sırlarına vakıf olmaktadır. “Memduh Bey” adını taşıyan dördüncü bölümde Memduh Bey’in Dürdane’yle ilişkisine dair ayrıntıların yanı sıra Sohbet’in geçmişi hikâye edilir. Beşinci bölümün başlığı “Dürdane Hanım”dır. Bu kısımda Dürdane, Mergub Bey, Ulviye Hanım, Sohbet ve Gülbeyaz Kalfa’nın yanında zehir içerek intihar eder. Kısa süre sonra bir başkasıyla evlenen Mergup Bey evlendiği kişinin eski aşığı tarafından öldürülür. Böylece A. Mithat bu romanın “kötü adam”ını cezalandırmış olur. Aynı zamanda romanın başında bahsedilen Acem Ali’nin de Ulviye’nin erkek kılığına girmiş hali olduğunu öğreniriz.
Olay örgüsünün gelişiminde merak unsuru önemli rol oynar. Ulviye Hanım, komşusu Dürdane Hanım’ın hikayesini son derece ilginç bulur ve onun başından geçenleri romana benzetir. Ulviye, “Dürdane’nin romanı” dediği bu eserin “hakikat”e dayanmasıyla hikâye kitaplarından veya Bağlarbaşı’ndaki oyunlardan ayrıldığını vurgular. Burada gerçekliğin vakaya değer katan bir unsur olarak görülmesi önemlidir. Ayrıca Müşahedat’taki kadar ayrıntılı olmasa da romanın içinde romanı oluşturan unsurlardan bahsedilmesi bir üstkurmaca olarak değerlendirilebilir.
Küçük bir tadımlık;
“İşte ahz-ı intikam dahi ediyorum. Kucağınızdaki nur parçası gibi çocuk, sizin için bir medar-ı intikam-ı ebedidir. Her ne zaman görür veyahut ismini işitir veyahut o da olamazsa dünyada böyle bir vücudun varlığını düşünürseniz bu geceki macerayı tahatturla elbette yüreğinizde şimdi hasıl olan rikkat teceddüt edecektir. Öldürmek meselesine gelince, sizin ölmenizi değil bilakis yaşamanızı isterim. Vefatınız sizin için bir reha ve halastır. Ben ise temdid-i mücazatınızı tercih eyliyorum. Bir caniyi idam etmek, nevama onu kurtarmaktır. Ebediyyen mazhar-ı mücazat etmeliyim. Hem a zalim, ben sana nasıl kıyabilirim ki, senin için dünyada her şeyimi feda etmiş olduğum gibi, tatlı canım dahi feda olsun. Bir kere senin tarafından red ve terk olunmak muamelesini gördüm. Gerçekten pek meyus oldum. Bu ye’se bir daha duçar olmaktan ve senin muhabbetin dahi şayet yüreğimden zail olduğunu görmektense o muhabbet baki olduğu halde ölmeyi münasip görüyorum.”
Sheridan Aksoy’a göre; Dürdâne Hanım’ın kurgu açısından en dikkat çekici yönü Ahmet Mithat'ın diğer romanlarının aksine, bu metinde olayların, sıfır odaklayıma sahip tek bir dışöyküsel anlatıcı tarafından süredizimsel (kronolojik) bir zaman düzenine oturtularak aktarılmamasıdır. Bu metind; yine sınırsız bakış açısına sahip olmakla birlikte, anlatıcının, sözü, farklı içöyküsel anlatıcılara bıraktığı görülür.
Romanın son bölümünde romanın ana kahramanı Dürdane Hanım olay akışındaki düğümü okuyucunun beklentisi dışında bir davranış ile çözer ve intikam, ceza ve adalet kavramları alışılmışın dışında okuyucuya aksettirilir. Bu bölümün sonunda Dürdane Hanım, kendi canına kıyıp karşısındakini yaşatmakla da insanların cezalandırılabileceğini herkese göstermiş olur. Olayın şahitleri adaletin mahşere kaldığı düşünürler ancak kısa süre sonra Mergub Bey’in başına gelenler adaletin mahşere de kalmadığını gösterir ve eserin son bölümünde bu gerçek şu cümlelerle ifade edilir:
Bu vak’adan, altı ay sonra …’da, biçare Mergub Bey henüz on beş günlük güvey iken, aldığı kızın eski bir sevdiği bir âşığın yed-i intikamı ile mecrûhen vefat etmiş ve herkes gençliğine ve saadet-i izdivâca doymayan bu biçareye kan ağlamıştı. Pek çok kibâr, cenaze alayında hazır bulundukları gibi, Mısırlı Ulviye Hanım’ın, köle olmak sûretiyle bil-mübâyaa, muahharen nefsini tezevvüc eylemiş olduğu (köle olarak satın alıp sonra da evlendiği) Sohbet Bey dahi cenaze alayında hazırdı. Cenaze, kapıdan çıkarılırken orta yaşlı bir kadının, “Allah taksirâtını afvetsin” dediğini Sohbet Bey işitince, bu kadının kulağına eğilerek dedi ki: - Gülbeyaz, dava
mahşere de kalmadı!”
Adil olma, fedakarlık, misafirperverlik, dostluk, yardımseverlik ve azimli olmak; metinde özellikle üzerinde durulan değerlerdir. Bu kıymetli eser ille de kütüphanenizde, içinde ifade edilenlerin tatları da zihninizde olmalı. İyi okumalar….