ALLAH'ım bizleri bu vakte ulaştırdığın için binler, milyonlar, zerreler âdetince sana şükürler olsun. Sana Kul olmayı ve senin emrettiğin gibi yaşamayı bizlere nasip et. Bizi İslâm diyarında dünyaya gönderdin ama bu diyarda Müslüman’ca yaşamayı bizlere nasip et. Kimliğinde İslâm yazıp, İslamiyet’e düşman olanlardan bizleri uzak tut yarabbi, nefislerimizi senin Habibin Peygamberin Muhammed Mustafa (sav) sünneti ile ıslah et. O yaşayan Kur'ân peygamberimiz başımızın tacı onun sancağı altında bizleri huzuruna al yarabbi. Peygamberimizden bu tarafa gelen bütün İslam büyüklerinin ve ona tabi olanların birlik dirlik kardeşliği için bizleri nefsimize esir etme yarabbi. Birlik ve dirliğimizi muhafaza et yarabbi. Benim imanımı takviye eden beni sana ulaştıran ahir zaman tefsiri risale-i nurları muhafaza et yarabbi, Kâfirin Deccalın, süfyanın yapmak isteyip de yapamadığını münafıklar yapmaya çalışıyor, sana şikâyet ediyor ve davacı olduğumu beyan ediyorum. Bizi Bize bırakma ya rabbi bizleri ittihadı islamın güzellikleriyle güzelleştir. Sana yalvarıyor ve Senden istiyorum. Bizleri emrettiğin şekilde yaşama ve Huzuruna gelme imtihanında başarılı kıl ya Rabbi. ÂMİN
*ALLAHIN VERDİĞİ NİMETLERE BOLCA ŞÜKREDELİM
Şükür nimeti ziyadeleştirir, halimize her daim şükretmemiz lazım. Muntazam bir makina gibi bizi yarattığı için. Ancak biz patosa saman balyası atar gibi gıdaları habire mide fabrikasına gönderiyoruz. Aldığımız lezzet ise ağız girişi ile boğaz girişi arası. Bu nedenle atalarımız der. "Bal yiyen baldan usanır."
*RİSALE-İ NURDAN
İnsan, sair hayvanata muhalif olarak, hanesiyle alâkadar olduğu misillü, dünya ile alâkadardır; ve akaribiyle münasebettar olduğu gibi, nev-i beşer ile de ciddî ve fıtrî münasebettardır; ve dünyada muvakkat bekasını arzuladığı gibi, bir dâr-ı ebedîde bekasını aşk derecesinde arzuluyor; ve midesinin gıda ihtiyacını temin etmeye çalıştığı gibi, dünya kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalp ve ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeye fıtraten mecburdur, çabalıyor; ve öyle arzuları ve matlâpları var ki, ebedî saadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor. Hatta “onuncu söz”de işaret edildiği gibi, bir zaman –küçüklüğümde– hayalimden sordum: “sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâkî, fakat adî ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?” dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden “Ah!” çekti, “Cehennem de olsa beka isterim” dedi. İşte, madem mahiyet-i insaniyenin bir hizmetkârı olan kuvve-i hayaliyeyi bu dünya lezzetleri tatmin etmiyor; elbette gayet cami mahiyet-i insaniye, ebediyetle fıtraten alâkadardır. İşte bu hadsiz arzu ve emellere bağlı olduğu hâlde, sermayesi bir cüz’î cüz-i ihtiyarî ve fakr-ı mutlak bir insana, ahirete iman ne derece kuvvetli ve kâfi ve vâfi bir hazine, bir medar-ı saadet ve lezzet, bir medar-ı istimdat, bir merci ve dünyanın hadsiz gamlarına karşı bir medar-ı teselli olduğu, öyle bir meyve ve faydadır ki, onu kazanmak yolunda dünya hayatını feda etse yine ucuzdur.
AsA-yı MûsA MeYve Risalesi | 69 | sekiZinCi mesele