Depremin adını ve nasıl bir etkisinin olduğunu ilk kez rahmetli babamın 19 Nisan 1938 ‘deki Akpınar depremi esnasında Geycek Köyü’ndeki yansımasını anlattığı çocukluk hatırasından duydum. Babam ve amcasının oğlu Ahmet köydeki Çökük mevkiinde yürürken aniden yeryüzünün hareket ettiğini, Ahmet amcanın “Emmioğlu zelzele oluyor!” diye bağırdığını, ikisinin de ayakta duramayıp yere yıkıldıklarını anlatmıştı. Depremin ne kadar yıkıcı olduğu ve beraberinde hangi acıları getirdiğini Adana’da üniversite eğitimi esnasında meydana gelen Erzincan depremiyle öğrendim. Mesleğe başladıktan sonra meydana gelen Adana depreminde, iki yıl oturduğumuz PTT evlerinin de yıkıldığı haberini öğrendiğimde Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini de bellemiş oldum. 1999 ‘daki Gölcük ve Düzce depremleri sırasında saat üçte şiddetli bir sarsıntıyla uyanınca depremin Türkiye’nin neresinde olursak olalım bizi bulmasının an meselesi olduğu gerçeğini idrak ettim.2011’de Van’daki deprem de çok şiddetli depremler kategorisindeydi ve çok büyük yıkıma sebep oldu. Daha sonra meydana gelen birçok depremi ise adeta kanıksadığımız için geride bıraktığı acılar, nisyan ile malul olan hafızamızda kalıcı bir iz bırakmadı.
Ta ki 6 Şubat Pazartesi günü sekiz saat arayla 7,8 ve 7,6 şiddetinde meydana gelen Maraş depremlerine kadar da küçük çaplı mahallî depremler haricinde gündemimize girmedi. 6 Şubat’taki depremler tarihte eşine az rastlanan türdendi. Sabaha doğru 04.20’de aniden uyandım. Yatakta dönüp durdum, uyumak için lakin nafile bir çabaydı. Sağa-sola dönerek uyumaya çabalarken sessize aldığım telefonun ekranının yanıp söndüğünü farkettim. Arayan Katar’da görevli olan oğlumdu. Bu saatte beni niçin arıyor, hayırdır inşallah diyerek mutfağa geçtim. Vatsaptaki mesajı gördüm. Kahramanmaraş merkezli çok büyük bir depremin olduğunu birçok ilde binaların yıkıldığını haber veriyordu. Kayseri ve Kırşehir’de de hissedildiğini hemen evden çıkmamız gerektiğini söylüyordu. “ Tamam, oğlum” dedim, “ Bu karda kışta dışarda ne yapacağız! ” . Haberler dehşet vericiydi.10 ilde görülmemiş bir yıkıma yol açmıştı. Depremin vurduğu bölgelerden yardım feryatları yükseliyordu.
Gün boyu haber kanallarını takip ettim. Mardin’deki hısım da çok şiddetli bir sallantıyla uyandıklarını, halkın dışarda olduğunu haber veriyordu. Kayseri’de de paniğe sebep olmuştu. Hatta ta Ankara’dan bile hissedilecek şiddette bir yerkabuğu kırılması büyük bir felakete sebep olmuştu. Malatya’daki dostlarımı aradım; herkes çok korkmuştu, endişeliydi. Malatya’daki eski yerleşim yerlerinin enkaz yığınına döndüğünü, insanların yıkıntıların altında kaldığını bildiriyorlardı. Şehirdeki ( İYİLİKDER il temsilcisi olması hasebiyle) yıkımı görmek, acil yardım faaliyetlerini organize edip vatandaşlara yardım etmek için sokaklarda gezdiklerini, böyle bir yıkım görmediklerini söylüyorlardı. Maraş’ta kimseye ulaşmak mümkün olmadı; fakat haberler fevkalade kötüydü.
Şehir merkezinde KIZILAY ve AFAD’ın yardım faaliyetlerini görmek için öğle namazını kılıp çıkmak üzereyken oturduğum kanepenin sallandığını hissettim.20 saniye kadar süren depremin ne kadar kuvvetli olduğu çiçeklerin, kanepelerin ve avizelerin sallantısından anlaşılıyordu. Eyvah, ikinci kez orada deprem oldu galiba, diye düşündüm. Hanım çok korktu, karşı apartmandakiler sokağa inmişlerdi. Namaz kılıp arabanın anahtarlarını aldım, dışarı çıktım. Akşama kadar dışarıdaydık. KIZILAY, meydanda kan bağışı için araç getirmiş, ayni yardımlar için de üç ayrı çadır kurmuştu. KIZILAY başkanı, yetişkin ve gençlerden oluşan gönüllüler ve resmi görevliler karınca gibi çalışıyordu. Halk, depremin yarasını sarmak için neyi varsa getirmişti. Gökten yağar gibi geliyordu yardımlar: Yatak, yorgan, battaniye, kışlık giysiler, çocuk bezi, çocuk maması, kuru gıda, hijyen malzemeleri… Esnaf da araçlarıyla gelen yardımları Spor Salonuna taşımak için seferber olmuştu. Neredeyse bütün Kırşehir Cacabey Meydanındaydı. Mülteciler de dâhil vatandaşlar kan vermeye koşmuştu. Dışarısı buz gibiydi. Akşamdan yağan karın soğuğuna aldırmadan koşuşturan halkın fedakârlığı, nefesleri donduran havayı ısıtıyordu adeta… Aziz milletimiz yardımlaşmanın ve kardeşliğin en güzel örneğini gösteriyordu.
İki büyük deprem en az 13 milyon insanı etkiledi. Devlet ilk anda organize olup müdahale edemedi fakat bunu anlayışla karşılamak lazım. Çok büyük bir alanda ve çok sayıda ilde çok sayıda binada yıkıma yol açan bir depreme anında müdahale etmek çok güç bir şey. Depreme maruz kalan vilayetlerdeki devlet birimleri de etkilendiği için ilk müdahaleyi yapacak diğer birimleri harekete geçirmek ve oraya ulaştırmak için belirli bir süreye ihtiyaç olduğu ortadayken siyasi saiklerle tenkit yapmak aymazlıktır. Hakkaniyetli olmak zorundayız; akşama doğru neredeyse bütün resmi ve sivil örgütler deprem bölgesine ulaşmış ve canla başla çalışmaya başlamışlardı. Azımsanamayacak kadar insan da enkaz altından canlı olarak kurtarıldı. Bunda İslami dernek ve vakıfların da büyük katkısı oldu. Her biri İslam’ın kardeşlik ve teavün anlayışının en güzel örnekliğini gösterdiler. Reklâmsız olarak milletimizin yaralarını sarmak, acısını dindirmek için canla başla çalışan Müslümanların kurduğu dernekler ve vakıfların, sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerinin güzelliği ve kalitesini, uzun zamandır bulanmış olan suyun durulmaya başladığına işaret kabul ettim. Millet olma, ümmet olma şuuru adına istikbale dair umudum tazelendi...
Gün; birlik olma, yardımlaşma, siyasi söylemden uzak durma, itham edici konuşmama, yapıcı tutum alma, fiili katkıda bulunma günüdür. Gün; rahat ortamlarda ya da enkazın başında bekleyip tenkit etme, siyasi pozisyon alma günü değil. Memleketimizin ve milletimizin zor zamanlarda geçtiği bir vasatta yardımlaşma ve iyilik hususunda katkı sunan herkese teşekkür etmek lâzım.
Tarafgirlik ve riya bir kalbe yerleşti mi daha da iflah olmaz o kalbin sahibi... Nereye bakarsa baksın kötülük ve olumsuzluk görür... Ya da nereye bakarsa baksın tarafgirlik gözlüğüyle olumsuzluğu zahir olguları bile en güzel ve en müspet olgular olarak görür...
Nesnel baksak ne kaybederiz! Memleketinde meydana gelen afete duyarsız kalan insan insanlığını zayi etmiştir. Çok büyük bir depremde suçlu, suçsuz aramak yerine el birliğiyle felaketin üstesinden gelmek varken birikmiş siyasi hesaplaşmalarını gündemleştirmek basitliğin dibidir Kendisi yardım etmediği gibi başkalarının yardımına da kusur bulan kişilerde hangi hastalıkların olduğunu teşhis etmek çok zordur. Vuruşmak için biraz ara vermek, biraz soluklanmak ne güzel olur. Hele bu belayı savuşturalım da ardından göze göz ,dişe diş kısaslaşırız.... Demek bile bir racon sayılır...
Cevdet Paşa merhumun ifadesiyle tedbirde kusur edip kaderi töhmet altında bırakmayalım. Dayanışma, yardımlaşma, birlik, beraberlik, fedakârlık vb. güzel hasletleri hayata geçirirken dua, tövbe, istiğfar ile Yaradan’ın rahmet kapısını çalmayı ihmal etmeyelim... Misak âleminde Cenab-ı Hakk’a verdiğimiz kulluk sözüne sadık kalalım ve Kur’an-ı Kerim’e sımsıkı sarılalım, Şanı Yüce Peygamberimize tabi olalım.
Allah milletimizi, memleketimizi her türlü afetten muhafaza etsin...