DEPREM GERÇEĞİ (I)

DEPREM GERÇEĞİ (I)

Yaşantım boyunca bir kaç defa deprem yaşadım. İlkini de Erzurum'da öğrenci iken gördüm. Anlatmak gerek aslında. Neleri yaşadın, ne hissettin, neler gördün, neler dinledin, özellikle ne söylemek istersin sorularına cevap vermek gerek.

Deprem yaralarını sarmak için Diyanet İşleri Başkanlığı'mızın talimatı ile bir haftadır Adıyaman’da görevdeyim. Ben çok şehre gittim, çok şehir gezdim. Çek şehri, duygularıyla, kültürüyle, anlayışıyla, kavrayışıyla, toplum yapısıyla içimde yaşadım. Ama depreme maruz kalmış, çok ağır hasar görmüş, binalarıyla, insanıyla, manzarasıyla susmuş, içine kapanmış, mütevekkil, kaderi inandığı gibi yaşayan bir deprem şehrine şahit olmamıştım. Memleketimizin her köşesinde zaman zaman meydana gelen deprem haberlerini basın ve yayından takip etmiştik. Ama böyle içine girerek depremi sonuçlarıyla canlı yaşamamıştım ve görmemiştim.

Adıyaman’ın üçte biri yıkılmış yada ağır hasarlı. Şehre ilk varan yardım ekibiydik. Depremin ikinci günüydü. Şehir sessiz, suskun ve içine kapanık. Hayat durmuş. Hava soğuk. İnsanlar sokakta hemen hemen hiç gözükmüyor. Enkaz başlarında yakınlarını bekleşen, yada evlerinin o halinden uzaklaşmak istemeyen insanlardan başka kimse yoktu. Düşünebiliyor musunuz? Bir gün evvelinde cadde sokak cıvıl cıvıl, insanların gaileleri, düşünceleri sıradan, her şey seyrinde cereyan ediyor, bir gün sonra bütün hayat alt üst olmuş, hayaller, kurulan düşler yıkılmış, yarına dair planlanan ne varsa tamamen silinmiş. Tek dert can derdi olmuş. Tek düşünce, var olabilmek üzerine odaklanmış.

Dedim ya hayat durmuş. Hiç bir şey yok. Paranın geçmediği günler başlamış. Bütün alışveriş  noktaları kapalı. Bütün şeyler enkaz altında. Yiyecek, giyecek, kullanacak her şey enkaz altında kalmış. Varlıklı insanla fakir insan aynı durumda.

Fakirle zengini bir namazda görürdüm aynı safta, aynı seviyede. Birde burda gördüm. İkisi de yardıma muhtaç. Herkes dağıttığımız yemek kuyruğunda. Tanımıyoruz, bilmiyoruz. Kim bilir içlerinde kimler var. Dün makam sahibi idi, belki bir iş yerinin başında, onlarca çalışanı olan kimse idi, belki de gün bulup gün yiyen kimse idi. Şimdi hepsi aynı yemek kuyruğunda, yardıma muhtaç. İşte dünya dedikleri bu kadar. Varlıkla yokluk arasındaki fark bu. İmkan adına her şey sıfır noktasında. Çaresizlik denen şeyin tam karşılığı.

Diğer taraftan şehrin resmi ve gayrı resmi kurumları deprem şokunda. Yıkılmış binalar, yıkıntı altında kalmış çalışanlar, malzemeler. Kurumların harekete geçebilecek hali yok, öyle bir kabiliyet yok. Vatandaşın, şehirdeki resmi kurumlardan yardım adına beklentilerini karşılayabilecek vaziyet yok. Çalışanların ölenleri var, sağ kalanların uzak yakın akrabalarından çok sayıda ölenleri var. Bu durumda şehirde vatandaşın imdadına yetişecek resmi yada gayri resmi çalışan bulmak çok zor. Şayet olsa bile bu kadar yıkılmışlık karşısında o şehrin çalışanları ne kadar derde deva olabilir.

Hastanede defnedilmek üzere gelen cenazeler var. Kimi sahipli kimisi sahipsiz. Onları dini usullere dikkat ederek ebedi istirahatgâhına tevdi etmek gerekiyordu. Kimlik tespiti ile meşkul görevliler yorgun canhıraş çalışıyor. Diğer taraftan cenazeler gelmeye devam ediyor.

Bu vaziyet karşısında söylenecek söz, sarf edilecek kelime bulmak güçtü. Bingöl’den ben dahil 15 kişi gitmiştik. Gidenlerin tamamı müftülüğümüz görevlileri idi. Vaizler, imam-hatipler, Kur’an Kursu kadın öğreticileri. Biz hemen cenazeleri kaldırmaya koyulduk. Belediye ve görevlileriyle birlikte hızlıca cenazeleri imkanlar dahilinde dini usullere azami ölçüde riayet ederek defnetmeye başladık. Bu arada diğer illerden müftü arkadaşlar da görevlileriyle birlikte şehre gelmeye başladılar. Onlarla birlikte gelen yardımları mahallelere sevk etmeye başladık. İlk gelen yardımlar gıda (ekmek ve su ağırlıklı) şeklindeydi. Hakikaten gıda acildi.

 

Sekiz gün canhıraş çalıştık. Uykumuz yoktu. Sekiz gün arabalarımızda kaldık. Su, elektirik, gaz, telefon, internet yoktu. Uykuyu, kendimizi, şahsi ihtiyaçlarımızı unuttuk. Tek derdimiz depremzede kardeşlerimizin ihtiyaçlarını karşılamaktı. Zira şehir merkezinde mahallelerde, köylerde, ilçelerde yardıma muhtaç insanımız bizi bekliyordu.

O gün başlattığımız hizmet kervanı halen aynı hızda yürüyor. Bizden sonraki arkadaşlarımız bu kervanı yürütüyor. Hem de aynı şevk, aynı hız ve aynı heyecanla. Allah nasip ederse bir haftalık aradan sonra ben tekrar nöbeti devralıyorum. Yani yine Adıyaman yolunda olacağız inşaallah.

DEPREM DEYİNCE

 

Deprem dediğimiz hali yaşa da

Dayanabilirsen haydi gel dayan

Kefensizi görüp de bir köşede

Dayanabilirsen haydi gel dayan

 

Belki bacı gardaş, belki arkadaş

Belki bir yastıkta ölmüş iki baş

Sanarsın sanki taş kesilmişler taş

Dayanabilirsen haydi gel dayan

 

Çıkıyor enkazdan bir delikanlı

Cansız bir beden ya da yarı canlı

Belki bir gariban, belki bir ünlü

Dayanabilirsen haydi gel dayan

 

Görkemli binalar boyun bükmüşler

Sahipler nazarlık dahi takmışlar

Görün ki ha varmışlar ha yokmuşlar

Dayanabilirsen haydi gel dayan

 

Yalandır derlerdi yalanmış meğer

Sorarlarsa şimdi sizlere eğer

Söyleyin dünya kaç paraya değer

Dayanabilirsen haydi gel dayan

 

Düştük ömür denen uçsuz vadiye

İster bir ceza say ister hediye

Pişmanlığı da var âh diye diye

Dayanabilirsen haydi gel dayan

 

Kalmasın eyvahlar anla bir kere

İncitme kalpleri, üzme yok yere

Sen de gördün sonu varıyor nere

Dayanabilirsen haydi gel dayan

 

08.02.2023 (saat 04.00) Adıyaman