BOZKIRIN TEZENESİ

Bir 25 Eylül sabahı "gönül inanını" kaybetti Türkiye...

Kırşehir'in ve Kırşehirlilerin yüreğini titretmekle kalmayıp, gönüllere taht kuran, dinleyicisine bağrına vura vura türkülerine eşlik ettiren "Gönül Adamı NEŞET ERTAŞ"...

"Yükselen İstanbul Gazetesi'nin ilk sayısının hazırlık aşamalarında aldığım bir duyuma göre, Neşet Ertaş, gazetecilerin kendisiyle ilgili "hasta" haberlerinin yapılmasından rahatsızlık duymuş ve en kısa zamanda, ayağa kalkacağını söylemişti.

Hal böyle iken, açıkçası bende böyle bir haberi yapmayı kendime yakıştıramamış, gazeteciliği bir kenara bırakıp, duygularımın sesini dinleyerek onun hastalığı ile ilgili haberini yapmaktan son dakika vazgeçip "Neşet Ertaş'ın Hayat Destanı Şiiri"ni yayınlamıştım.

25 Eylülde soyadımı verdiğim "Yükselen İstanbul Gazetesi" nin ilk sayısı baskıdan çıkarken, sabahın ilk saatlerinde Neşet Ertaş'ın hayatını kaybettiğini öğrendim.

Ölümünden derin üzüntü duymuştum, Üzüntü demek yaşadığım duygu yoğunluğunun yanında çok hafifi kalır diyebilirim.

Neşet Ertaş'ı en yakınlarımdan, ailemden dinlemiştim yıllarca. Gazinoların hınca hınç dolu olduğunu, sahnesi bittiğinde seyircilerinin masalara vurarak "Neşet...Neşet..." diye çığlıklarını, hayranlıklarını ve sonrasında Türkiye'den ayrılışını, daha doğrusu ayrılma nedenlerini...

Yıllar sonra Kırşehir'de verdiği konserde izdihamdan spor salonunun çöküşüne şahit olmuştum lise yıllarımda...

Ben yalnızca türkülerine değil, onun mütevazı kişiliğine, kendine özgü duruşuna, seyirci selamına, daha da önemlisi yaşadığı onca haksızlığa rağmen, hakkını aramak yerine tebessümle "Olsun. Halkım beni ve türkülerimi biliyor, bu bana yeter“ deyişine hayran olmuştum.

Beni üzen, içimi acıtan da aslında tam da bu durumdu.

Bugün "O'nun ekmeğini yedim diyenler, son 10 yılda hatta 15 yılda yeniden Neşet Ertaş "Neşet Ertaş" olarak dönünce, etrafında pervane olan insancıklar!

Sözüm sizlere!

Yıllarca anonim dediğiniz türkülere başınıza taç ettiniz?

Göz ardı edilemeyecek bir gerçek var. O da şu: 1990'ların sonu, 2000'lerin henüz başındayken, pop müzik sağlam bir şekilde yerini kimseye bırakmazken, türküler ise unutulmaya yüz tutmuşken, bazı genç sanatçılar Neşet Ertaş'ı hatırlattı genç nesile...

O koca yürekli insanı arayıp, türkünü söylemek istiyorum diyen Kubat'ı, Kıraç'ı ve onlar gibi değer bilen genç neslin sanatçılarına borçluyuz birazda...

Geçmişte cehaletini, yüzüne vura vura küstüren, ekmeğiyle oynayıp bugünlere gelen, O'nu ülkesinden sürgün ettiren sizler değilmiş gibi nasıl oluyor da şimdi "Neşet Baba" diyebili- yorsunuz?

Kendisiyle ilgili kitaplar yazılırken, türküleri, hayatı, kısacası Neşet Ertaş'ın ta kendisi üniversite hocalarının tez konusu olurken, cehaletin C'sini dahi yakıştıramıyorum doğrusu.

Cahil dediğiniz o kocaman yürekli insanın türkülerini söylediğinizde, hiç söylediğiniz türkünün sözlerinin anlam ve manasına dikkat etmediniz mi’

Yazık..

Yıllarca onun türkülerini söyleyerek bugünlere geldiniz ama yalnızca ezberleyip söylemişsiniz...

Eğer söylediğiniz türküleri bir parça hissedebil- seydiniz sanıyorum ki dününüzden utanırdınız. Hatta kendi cehaletinizden utanırdınız.

Tüm bu yaşananları, yaşanmışlıkları, duyguları, tarifi imkansız acıları anlamak ya da anlatabilmek...

Facebook ve Tweeter sayfamda da paylaşmıştım. "Neşet Ertaş'ı kaybettiğimiz gün, hiçbir şey yapmak gelmemişti içimden"

Evet.

Çünkü ben o gün yalnızca Neşet Ertaş'ı kaybetmedim.

Neşet Ertaş'ı her dinleyişimde; hayatını, nasıl yaşadığını, memleketi Kırşehir'de neler yaptığını anlatırken, her cümlesinde hep amcamı hatırladım.1 Sazıyla, sözüyle, bir kaç kadeh rakısıyla, bizim oraların adetlerini, eğlencelerini, düğünlerini, milyonlara anlatırken, ben televizyon karşısında hep 17 yıl önce kaybettiğim amcamı hatırladım.

Neşet Ertaş ve arkadaşlarıyla bir araya geldikleri sazlı sözlü eğlence akşamlarını, evin içinde anlatılanları hatırladım.

Işıklar içinde-Üstlerine yıldızlar yağsın... Ölümüyle birlikte tarifi imkânsız acıyı hissederken, boğazım düğümlenirken öylesine bir acı değildi bu. Neşet Ertaş'ı sevmek, anlayabilmek yalnızca türkülerini dinlemek değildi.

O'nu hissedebilmek, yüreğimin derinliklerinde hissetmek... Biraz memleket hasreti, biraz içimdeki çocuk, biraz geçmişe özlem..

Belki gurbet, belki hasret, belki de bir sürgün...