Eğitim hiç şüphesiz pek çoğumuzun önem verdiği çok önemli bir konudur. Ülkemizin gelişmesinde, çocuklarımızın şekillenmesinde büyük bir etkiye sahiptir.
Bilgi, beceri, anlayış ve olumlu kişilik geliştirmeye yardım etmedir. Bu amacı ortaya koyarken gelişim ve öğrenme psikolojisi, öğretim yöntem ve teknikleri gibi eğitim bilimlerinin içine giren diğer unsurları dikkate almak zorundadır lakin eğitim sistemimizde bu duruma dikkat edilmediği, çocuklarımızın gelişim dönemlerinin özelliklerinin görmezden gelindiği, kritik dönemlerinde uyarılan olasılıklara açık hale getirildiği acı bir gerçektir.
Olması gerekenlere maalesef kağıt üzerinde uyan bir toplumuz. Mesela deprem konusunda kağıt üzerindeki ilkeler ve kurallar çok iyidir ama uygulama noktasında çok zayıftır. Eğitim sisteminde de bu böyledir. Uygulamaya gelince bu ilkeler ve kurallara dikkat edilmez. Öğretmenlerimizin pek çoğu öğretmen olmak için bu bilgileri(kritik zamanları, gelişim ve öğrenme psikolojisi…) aklında tutar. Öğretmen olduktan sonra adeta bu bilgileri çöpe atmış gibi davranır.
Geride bıraktığımız günlerde, Türkiye genelinde birinci sınıflarda pek çok öğretmen tarafından bir dakikada okuma etkinliği yapıldı. Çocukların bir dakikada okudukları kelimeler sayıldı ve not alındı. Sonuçlar ailelerle paylaşıldı. Bazı özel okullarda ilk üçe girenlere madalya verildi.
Oysa eğitim bilimlerinde Erikson’a göre 7-12 yaş aralığı “ başarıya karşı aşağılık duygusunun” geliştiği yaştır. Özellikle 7 yaş kritiktir( çevre şekillendirmesine, olasılıklara en açık olduğu dönem). Bu dönemde çocuk merkezine öğretmenini yerleştirir. Ailesinin söylem ve davranışları öğretmeniyle kıyaslandığında daha etkisizdir. Çocuk, okulda aldığı sorumlulukla, öğretmen ve arkadaşlarıyla olan ilişkilerinin iyi olmasıyla kendisini yeterli ve başarılı hisseder. Yani çocuğun kendini yeterli ve başarılı hissetmesi çok değerlidir ve asıl hedef çocuğa okuma, yazma, gereken bilgi ve beceri kazandırmakla birlikte ‘ben başarılı ve yeterliyim’ duygusunu kazandırmaktır. Eğer bu durum göz ardı edilirse çocuğun hassas ve kritik gerçekliğinin hakkına girilmiş olur.
Pek çok okulumuzda yapılan dakikada okuma etkinliği ve sonuçları geçtiğimiz günlerde çoğu ailenin sıkıntısı haline geldi. Çünkü gelişim dönemleri ve kritik zamanı göz ardı edilen çocuklarımız birinci olmakla başarıyı algılarında eşitledikleri için kendisini yetersiz gördü, başarısız hissetti. Okuma yarışında son sıralara yerleşen öğrenciler akran zorbalığına maruz kaldılar. Bu konuyla ilgili çocuk gelişimi uzmanlığında doçent olan Saniye Bencik Kangal sosyal medya hesabında şu paylaşımı yaptı:
“İlkokulda yapılan “okuma yarışmaları” okuma sevgisi kazandırmanın önüne koyulan büyük bir engeldir. Çocukların okuduğu kelimeleri sayıp kıyaslamaktan lütfen vazgeçin. Bir çocuğun okuma hızı, sınav notu gibi bilgileri de diğer çocuklarla, anne ve babalarla lütfen paylaşmayın. Bu durum etik değildir. Kıyasın kapılarını aralar.”
Bu yarıştan sonra ülke genelinde pek çok yavrumuzun duyguları alt üst oldu. Pek çoğu gelecek hayatlarına ‘ ben başarısızım, ne yaparsam yapayım bu böyle olacak inancına sahip olma olasılığına itildiler. Pek çoğu bu yarıştan sonra kelime atlamaya, okurken panik olmaya, öfkeli olmaya başladı. Ödev yapmaya yeni alışmışlardı. Tekrar direnç göstermeye, öfkelenmeye başladılar. Geceleri bazıları kötü rüyalar görerek uyandı. Durgunlaştı… Çünkü onlar hayata yeni yeni adım atan küçük insanlar. Ne hissettiklerini anlamak için aynı şeyin sizlere yapıldığını, deşifre edildiğinizi, kıyaslanarak aile büyüklerinden dönütler aldığınızı hayal ederseniz onları anlayabilirsiniz. Onların verdiği tepkileri sizler de verirdiniz. Büyüklerle küçükler arasında fark anlamdadır. Küçükler tek boyuttan anlamlandırır ve bu anlama sıkı sıkıya yapışırlar. Büyükler ise çok boyutlu bakıp anlamlarını değiştirebilirler.
Çizgi film izleme yaşında olan evlatlarımıza sert gerçeklik uygulamak ve buna eğitim demek, bunu eğitimin temsilcisiyle gerçekleştirmek eğitimin amacını yerle bir eder. Çünkü yakışık almaz. Bu polisin uyuşturucu satması, imamın ‘Allah yok’ demesi gibi bir şeydir. Bu yaştaki çocuklara yapılacak en büyük kötülüklerdendir. Çocuk’ Bu yarış iyi ki oldu benim durumumu ortaya çıkardı şimdi daha çok çalışmalıyım.’ demeyecektir. Gelişim durumu, algıları bu mesajı almaz. Bu mesaj ise öğretmenin iyi niyetli amacıdır.(!) Okuma yarışında ikinci olan çocuklar bile gelişim döneminin algıları çerçevesinde ‘ Birinci olamadım. Başarılı değilim. Okumak bana mutluluk vermiyor. Kendimi yetersiz hissettiriyor. Ailem beni okumaya zorluyor. Demek ki bende sorun var. İstemiyorum. Öfkeleniyorum. Okuduğumu anlamıyorum. Kelime atlıyorum. Bir an önce bitsin istiyorum. Bitsin ve oyun oynayıp bu duyguyla baş edebileyim. Bu içimdeki hissin etkisiyle gelecekte çaba göstermek yerine drama bağlayabilirim. Hüzün ve kaçınma hissediyorum.’ gibi mesajlar veriyor.
Bu etkinliğin yanlış olduğunu dile getiren bilinçli ailelere ise sadece çocukta oluşan tepkilere bakılarak, savunma mekanizmasıyla ön yargı yapılarak eğitim uzmanınca ‘ilgisiz aile’ olduğu yönünde ya açıklama yapıldı ya da hissettirildi. Öğretmen burada iyi niyetli olduğunu düşündüğü amaca sahipti çünkü. Çocuğuyla beraber pek çok anne ve baba da böylece bu olayın arkasından haksızlığa uğramış oldu. Oysa sorun ne çocukta idi ne ailelerde sorun olması gerekenin kağıt üzerinde kalması, temsilcisi tarafından uygulamaya dökülmemesiydi.
Tabii ki çocukların okuma becerileri ölçülecek ama yöntem kesinlikle bu değildir. Öğretmenler ailelerden belirli periyotlar halinde dakikada kelime sayılarını çocuklarına hissettirmeden ölçüp not almalarını isteyebilirdi. Böylece çocuk bir kıyas ve yarış ortamının içine jet hızıyla girmeyecekti. Çocukların okuma hızları ve sevgileri gelişince, arka arkaya yarış halinde değil sonucu çocuk ve diğer çocuklarla, ailelerle paylaşmayarak yapılacaktı. Ama pek çok öğretmen kitapları bitirmek zorunda, müfredatını zamanında yetiştirmek zorunda, diğer sınıflara öğrencilerinin hızında yetişemez bunun için çarpıcı gerçekliği aniden ortaya çıkarıp amacına giden yolda ortalığı kendi başarısı doğrultusunda hareketlendirmek zorunda. Çünkü başarısızlık onlar için de çok önemli. Kötü ve mutsuz hissederler sonra. Nasılsa pek çok veli bilinçli değil, kendi ailesi tarafından öğretmene ‘ eti senin kemiği benim’ tarzında emanet edilmiş insanlar olduklarından bu çarpıcı gerçekliğin çocuğun iyiliğine, hayatın içinden bir hareket olduğunu kabul ettirmede pek fazla zorluk yaşamıyorlar. Oysa bu uygulama çok yanlıştır. Nasıl ki plastik yıllarca çözünmeden doğada kalırsa, birinci sınıf talebelerine yapılan bu uygulama da çözünmeyen bir his olarak çocuğun içinde yıllarca kalabilir. Çaba göstermek yerine kaçınmayı tercih eden bir nesil peyda olabilir gelecekte. Bunu söyleyenler eğitim bilimlerinin bilim insanlarıdır.
Gördüğünüz gibi konularımız değişse de sorunumuz aslında hep aynı… Olması gereken hayata geçirilmiyor. Bilim adamlarının ortaya koyduğu kuram ve ilkeler, çalışmalar daima göz ardı ediliyor. Uygulamaya alınmıyor. Bakalım aynı ana fikirde hangi alanları daha irdeleyeceğiz kim bilir?...