BİR AKSİYON ADAMI PîR AHİ EVRAN VELİ

Hindistan 1948 yılında bağımsızlığını kazanır. İngiliz valisinden, Hindistan hükümeti yönetimi devir alacaktır. Hindistanlı yetkililer İngiliz valisine, “Büyük Britanya İmparatorluğu’ndan Hindistan’ı kopardık aldık.” der. Bunun üzerine İngiliz valisi: “İngilizler’in bütün sömürgelerini alabilirsiniz. Shakespeare var olduğu sürece İngiliz milleti var olacaktır.” der. Bir İngiliz için Shakespeare, ünlü siyasetçileri Churchill'den ve hatta çok değerli kraliçeleri Viktorya’dan çok daha üstündür. Çünkü halkın dimağını etkileyen ve yön veren Shakespeare’dir.

Bizim de var dedim ve durdum. Var diyebilmek için büyüklerimizin yaşam felsefesini bilmiyoruz, örnek almıyoruz ki var diyelim. Hocanın dediği gibi un var şeker var helva yapsana lakin yıllar içinde geçerliliğini korumuş hangi değerimizin farkındayız ?

Bu gün sizlerle Ahi Evran’ı düşünelim, konuşalım istedim. Elbette tereciye tere satmayacağım ama terenin susuz kalıp solduğundan bahsedeceğim.

Her şehrin valisi, bir de manevi sahibi vardır; Kırşehir’in manevi sahibi Ahi Evran’dır. Hatta Anadolu’yu vatanlaştıran, bu toprakları maddi ve manevi yönden zenginleştiren, insan merkezli bir medeniyet inşa eden Ahi Evran’ı daha yakından tanıyalım ve evrensel kurtuluş reçetelerini bu noktada arayalım isterim.

Evrensel erdemler derken hiç tereddüt etmiyorum çünkü hayatı boyunca lafla peynir gemisi yürütmeyen bir aksiyon adamı. Doksan üç yıllık ömründe daima bir rol model, aktif ileri görüşlü, cesur ve en önemlisi davasının en ön safında yer alan mümtaz bir şahsiyet.

Biz büyüklerimizi her zaman efsaneleştirilmiş kimliği ile sevdiğimiz için onların hayat minvalinde gerçekleştirmek istediklerini yani asıl amaçlarını yaşadıkları devrin sosyo- kültürel, sosyo- ekonomik şartlarını oturup pek tahlil etmeyiz.

‘’Çok büyüktür Ahi Evran.’’ duygu cümlesinin içini dolduracak alt bilgi olmadan severiz. Bu sevgimiz de türbesine gidip üç İhlas bir Fatiha okumakla sınırlıdır. Oysa bu insanlar alnını secdeden kaldırmamış, bilmem kaç bin tevhit çekerek bu mertebeye ermiş de değillerdir. Dini sadece zikir-namaz- oruç- hac olarak çerçeveleyenler maalesef dini afyonlaştıranlardır. Birçok sosyal medyada ‘’şu duayı şu kadar okursan dileğin olur; Kevser suresini oku ve üç dakikada muradına er.’’ gibi safsataların revaçta olduğu bu devirde, elinden tespih düşmeyen, sakalı farz zannedenlerin tesirinden çıkmak ihtiyacındayız.

Konuyu açalım günümüz tablosuna bakalım; insan yaşantısını denizde giden bir kayığa benzetebiliriz. Kayık iki kürekle birlikte çekildiği takdirde ileri doğru gidebilir. Küreğin birisi bırakılıp, diğeri çekilirse; kayık aynı yerde dönüp durur, daireler çizer. Küreklerden biri insanın felsefi, inanç ve manevi değerlerini temsil ederken, diğeri ise dünya işlerini, para ve beşeri ihtiyaçları belirler. İkisi bir arada gereklidir. Adam çok iyi insan ama fakirlik belini büküyor, sıkıntılar çekiyor. Adam çok zengin; erdemli olma değerlerini kaybetmiş, adil değil, aile bağları bozulmuş, maddi varlığa rağmen aile içinde yalnız, güven duygusu zedelenmiş, vicdanen rahat değil, huzursuz.

Bizler, Ahi Evran’ı , bu noktada incelenmeye ve üzerinde düşünüp model almaya şiddetle ihtiyacımız var. Bir saatlik tefekkürün bin rekat namazdan eftal olduğunu, günlerce oruç tutmak mı yoksa bir fakiri doyurmak mı, Allah Allah diye binlik tespih çekmek mi yoksa ekmeğini kazandığı mesleğinde dürüst, milletine can-ı gönülden hizmet eden bir insan olmak mı?

Dünya zıtların kaynaşmasından müteşekkil, hem maddi hem manevi zengin olmak gerekiyor. Üç günlük fani dünya yok bilmem az ile kanaat et, Allah dünyaya değer vermemiştir, gibi düşünülmeden çıkarım yapılmış bizi dünyanın imarında tembel bırakmış daha iyi koşullarda yaşamanın önü kesilmiştir. Dünyadan el etek çekin diyenlerin son model araçları niye varsa?

Neyse konu bu değil, amacım şu ki, Kırşehir’de –merkezde- bir türbe var, etrafı çay bahçesi; bir hayli yaş almışların seyran noktası. Türbeye girdim üç beş sanduka. Yahu bunlar kim, neden burada, bir açıklama yok. Soğuk bir mermer üzerinde tumturaklı bir anlatımla bir iki cümle var o kadar.

Külliye yapıldı sadece cenaze namazları kılınıyor başka faaliyet ve içerik yok. Kırşehir’de müze açılmış Ahi Evran’ın şeceleri günümüz Türkçesi ile yayımlanmış haberimiz yok. Elin adamı cep telefonuna bir özellik getiriyor bangır bangır her yerde duyuruyor; biz değerli çalışmalarımızı neden duyurmuyoruz? Elbette ziyaretçi gelmez; haberimiz yok ki, elbette projenin eğitim boyutu eksik kalır ve nihai amaca ulaşılmaz. Sonra da varlık, var oluş arayışında Yunan mitleri tanrı ve tanrıçaları ile gelir gençlerimizin hafızasında yer eder ve sonra yahu bu gençlik nereye gidiyor diye şikayet üstüne şikayet ederiz. Hakkımız mı bu şikayetperverlik şimdi? Hayır.

Bu türbede yatan abide şahsiyet ne yapmış diyen oldu mu aranızda? Biz Ahiyiz diyebiliyor muyuz? Ya da Ahiyiz derken hangi şartları taşımamız gerektiğini ya da sen ne diyorsun bu modern çağda mı Ahilik onlar eskidi şimdi kapitalizm var arkadaş mı demektesiniz bilemem.

Fakat kardeşliğin, cömertliğin, yiğitliğin, fedakarlığın, doğruluğun, dürüstlüğün, kalitenin, üretimin, ahlakın, sanatın, aklın ve bilimin esas alındığı Ahilik teşkilatını sizlere anlatmayı bir borç bilerek burada sözü bitirirken bir dahaki yazıda kaldığımız yerden devam etmek üzere şimdilik saygılarımı sunuyorum.