Roman dalındaki ilk örnekler verilirken hikaye konusunda özellikle uzmanlaşmış bir yazarımız henüz yoktu. Uzun metinler yazan edebiyatçılarımızın kısa metinler yazdıkları da olurdu ve hikayecilik yazınımızda bu şekilde yeşermeye başladı. Ömer Seyfettin ve Sait Faik gibi hikaye ustalarından önce roman yazarlarının öyküleri ile bu türün ilk örnekleri verilmeye, edebi gelişime başlanılmıştı. Türk edebiyatının batılılaşma ve modernleşmesinde Halit Ziya Uşaklıgil’in romanları kadar hikayelerinin de önemli rolü bulunmaktadır. Bugün bu öykülerin toplandığı kitaplardan biriyle, Aşka Dair ile buluşacağız.
Aşka Dair’de karşılıksız aşk, açgözlülük, delilik, yoksulluk gibi insanlık hâllerinin işlendiği on dört öykünün yanında Uşaklıgil’in, Theodore de Banville’den çevirdiği Kadın Şikâyeti öyküsüyle, Andre Theuriet’den çevirdiği Mavi Kelebekler adlı öykü de yer alıyor. Kitabın son başlığı olan Sanat Heyecanı ise öyküden ziyade deneme metni özelliği taşıyor. Kitapta yer alan öykülerden Son Levha, Uşaklıgil’in yazdıktan 35 yıl sonra, Cumhuriyet’in ilk yıllarında etkisini gösteren Öz Türkçecilik politikasından hareketle sadeleştirdiği bir öykü olması bakımından dikkat çekiyor. Halit Ziya Uşaklıgil’in kendine özgü dil ve kurguyla işlediği hikâyeler, Aşka Dair’de beklenmedik sonlarla okur karşısına çıkıyor.
Özlem Nemutlu’ya göre; “Bu kitabındaki hikayelerde çoğu zaman klasik vaka hikayelerinde gördüğümüz seri ve heyecanlı bir ritme sahip, başlayan, gelişen ve sonuçlanan bir olaydan çok, farklı hassasiyetlere sahip insanların hayatlarından alınmış bir kesitin son derece zengin isim ve sıfat tamlamalarıyla örülü zevkli bir dil ve üslup unsurlarıyla anlatılması söz konusudur.”
Halit Ziya Uşaklıgil’in “Aşka Dair” adlı hikâyesinin ana karakteri Hafız Nevzat Efendi, askere giden arkadaşının yerine onun köyüne gelmiştir. Hafız; güzel sesli, çekingen, utangaç, genç bir adamdır. Müzikteki doğuştan gelen yeteneği nedeniyle birçok imkâna sahip olabileceği hâlde, müezzinlik yolunda, yoksul hayatın mahrumiyetlerinden zevk alır. Yaz başlarında, bir gün köye hava değişikliği için hasta, genç bir dul getirilir. Caminin civarında güneş gören bir eve yerleştirilir. Genç kadın, bütün gününü bahçede, bir sedirde güneş altında uzanarak veya kitap okuyarak geçirir. Köyde fazla kimse ile görüşmeyen Hafız, âşık olunca tamamıyla insanlardan kaçan bir kişiye dönüşür. Tek başına kırlarda gezip gazeller okur. Ezanı ağlıyor, inliyormuş gibi okumaya başlar. Yazın sonunda genç kadın köyü terk eder. Bunun üzerine ortadan kaybolan Hafız, ölü bulunur. O, intihar etmiştir.
“Aşk!... Bu kelimenin yaşlılarda bile hususi bir cazibesi olacak ki bir kere onu bulunca, o dakikaya kadar temas edilen bahisler hep görüşülecek asıl konuya yaklaşmak için birer başlangıç hükmünde bırakıldı ve yalnız onda duruldu. Herkesin hayatta geçirilmiş uzun devrelerden, bilinç ve akıl yürütmenin idaresine tabi olmayan buhranlardan sonra ulaştığı bir hikmet teorisi vardı: Aşk için, dağınık cinsi heveslerin bir noktada toplanıp orada saplanıp kalması yahut hayal kurmanın akıl yürütmeyi bozması, hatta kavrayışı durduran ve hükümsüz bırakan zehirler kabilinden bir belirli zevke düşkünlük demek olması hükmünü veren oldu; açık açık aşkın delilik çeşitlerinden biri olduğunda ısrar eden bulundu, tarihin kaydettiği meşhur aşklardan, önem kazanmış sevda misallerinden; mahkemeleri, matbuatı işgal eden ve en yeni olaylardan deliller sıralandı.”
Modern Türk romancılığının büyük ustası Halit Ziya Uşaklıgil, 1935 yılında yayımlanan Aşka Dair'de pesimist bir dünya içinde bocalayan insan hayatlarından kesitler sunuyor. Aşk, yalnızlık, delilik, yoksulluk ve ölüm gibi olguları karakterlerin iç dünyalarına yaptığı yolculukla gün yüzüne çıkarırken akıllara eşsiz dili ve çarpıcı kurgusuyla kazınıyor.Uşaklıgil’in bakışı, algılayışı, yakıştırması, küçücük bir şeyden/olaydan/cisimden/durumdan kendi iç dünyasını katarak hikaye edişi gerçekten çok tatlı bir haz veriyor okuyucuya. Bakınız Zerrin ismini verdiği bir kedi ile nasıl civeleşiyor;
“Birkaç kere elimle davet ettim, pisi pisi dedim, o bıyıklarını hafifçe kaldıran bir alay ile gülümseyerek baktı, tamamıyla reddetmedi:
- Belki daha sonra … Şimdilik pek istekli değilim, fakat ne yalan söyleyeyim, pek
hoşuma gitmiyor değilsiniz amma bakınız aramızda epeyce uzun bir mesafe var. Buradan kalkmak, oraya gitmek, bu oldukça uzun bir iş… Ayıp değil a, biraz üşeniyorum. Şurada ne güzel, tembel tembel yatıyorum. Hoş, pek de tembel değilim ya, bir dakika sonra, biraz evvelki gibi, gene süslenmekle meşgul olacağım. Beni rahat bırakınız, rica ederim, şu halimde devam edeyim. Daha sonra eğer beni tamamıyla sevecekseniz, belki…, demek istiyordu. Herhalde öyle geçerken okşanmaya, bir dakikalık sevginin ardından tekme ile kovulmayı kabul etmeyecekti.”
"Ne denirse densin, kökeni ve kaynağı ne olursa olsun sabit olan bir hakikat var ki o da insanlarda aşk denilen bir hadise vardır. Ve insanlar bu hadisenin hükmüne tabidir."Ben romandan çok öyküyü seven bir okuyucu olarak Uşaklıgil’in öyküleri ile tanıştığıma çok sevindim. Gayet olgun, edebi niteliği yüksek düzeyde, içinize dokunan anlatımları var yazarın Size de hararetle öneririm. Ben şimdiden Bir Şir’i Hayal isimli öykü kitabını aramaya başladım bile…