Annemin hayvan sevgisi zorlama bir sevgi değil. Fıtratı böyle. Kırsal bölgelerde yaşayan insanlar, hayvanlarla yaşamayı, hayatın doğal akışı içinde deneyimledikleri için onları severler. Onların huyunu, suyunu bilirler. Hayvanlarla özel bir bağ tesis ederek iletişim bile kurarlar. Onları sevmelerine rağmen yeri gelip de şartlar icbar edince sadece kızmakla kalmaz ceza da verirler.
Annem; kedileri, köpekleri, koyunları, kuzuları, inekleri, buzağıları çok severdi. Aslında annem bütün evcil hayvanları severdi lakin yeni doğmuş kuzulara sevgisi bir başkaydı. Bebek muamelesi yapardı. Doğum yapacak koyunun yanına gelir ebe gibi doğumunu yaptırır, yavru kuzunun yününü siler, iyice kurular, üşümesin diye üstünü palayla örterdi. Ardından annesini emsin diye uğraşır, kuzunun karnını doyurduktan sonra samanlığın bir köşesine kermelerle yapılan sala koyardı. İçerinin soğumaması için bütün önlemleri almayı da ihmal etmezdi. Saldaki kuzuların ayaklarının üşümemesi için –ki yeni doğmuş kuzular, en fazla soğuğu ayaklarından alırlar- altına kalınca bir saman tabakası sererdi. Koyunluk ile samanlık arasındaki duvar ortak olduğundan dolayı koyunluğun ısısı kuzuların bulunduğu Salı da ısıtırdı. Ayrıca tabana serilen kalın saman örtüsü de ortamın ısısını muhafaza etmeye katkı sağlardı.
Soğuk kış günlerinde annem, belli saatlerde kedileri içeri alır, yemeklerini orada verir, onların birkaç saat sıcak sobanın yanında şımarmalarına, gerneşerek yatmalarına müsaade ederdi. Kediler işi abartıp, annemim sevgisini yanlış yorumlayınca dışkılarını somyanın altına bırakırlardı. İşte bu durumda annem çok öfkelenir elindeki süpürgeyle üzerlerine yürürken bir yandan da öyle şiddetli bir şekilde azarlardı ki, hayvanlar kendilerini açık kapıdan dışarıya zor atarlardı. Onlar da yaptıklarının cezalı bir iş olduğunu biliyorlardı belki de. Bu sahne, bir kış boyunca tekrarlanırdı. Yıllar sonra kızımın evinde beslediği cins kedisinin tuvaleti gelince kuma gitmesi, kapı kapalıysa miyavlayarak sahibini uyarmasına şahit olunca anladık ki aslında kedileri eğiterek bu sorundan kurtulabilirmişiz.
Annemin kedileri sadece bunun için kızmayı hak etmekle kalmazlar, sabahları sağılan sütün havalanması ve kokunun uçması için dışarıya konulunca, iştahlarına mani olamayıp tadına bakınca da şiddetli bir bağırma ve süpürge sapıyla karşılaşırlardı. Özellikle annemin ikisi de beyaz olan kedileri Kartopu ve Solti bu işi yapmaktan ve azar işitmekten bıkmazlardı. Solti, açık süt kovasının kenarlarına çıkar, ılık taze sütü diliyle afiyetle mideye göndermeye başlar başlamaz kocaman bir terliğin üzerine geldiğini görünce kuyruğunu bacaklarının arasına alır, kulaklarını kısar, dambaşını aşarak gözden kaybolurdu. Taze süte kim dayanmış ki onlar dayanabilsin!
Babamın 1999’da vefat etmesine müteakip annem köyde fazla kalmadı. Bir, iki yıl sonra Mucur’a taşındı. İlk taşındığı yer ablamın evinin alt katıydı. Kullanılabilen üç odası, mutfağı, tuvaleti ve banyosu bulunuyordu. Kapının girişi de camekân olduğu için fazla soğuk olmuyordu.2004’te de şimdi oturduğu evi satın olup orada oturmaya başlamıştı. Mahalledeki kediler de annemle birlikte yeni evin balkonunda toplanmaya başladılar. Bugüne kadar da annemin kapısında kediler eksik olmadı. Geçen yıl ölen Sarıoğlan’dan sonra-ki yaşlı bir kediydi ve bir boğuşma esnasında aldığı yaralardan ötürü ölmüştü- başka bir sarı kediyi beslemeye başlamıştı. Bu kedinin adını da Sarıoğlan koyduk. İki-üç yaşında, cüsseli azman gibi genç bir kediydi. Yemek koyduğumuzda diğer kediler, Sarıoğlan karnını doyurup pencerenin önüne çıkıncaya kadar cesaret edip tabağa yaklaşamıyorlardı. Mahallenin kabadayısıydı.
Annem, daha önce de zikrettiğim gibi, hayvanları çok severdi. Özellikle de evcil hayvanları. Annemin başlangıçtaki kedisinin altın sarısı rengi vardı. Dişleri dökülmüş, göz çukurları iyice belirginleşmiş, gözleri küçülmüş ve solgunlaşmış, göz kapakları düşmüş, , tüylerinin yarıdan fazlası dökülmüş, ayakları kendisini zor taşıyabilen, zayıf bir sesle miyavlayabilen bu yaşlı kedinin adı da Sarıoğlan’dı. Annemin ihtiyarlığına, umur görmüşlüğüne nispet eder gibi kedigiller familyasının gün görmüş ,ömrünün sonuna gelmiş yaşlı bir üyesiydi. Kedinin tüylerinde sarının haricinde başka bir renk yoktu. Tüylerinin dökülmeyen az bir bölümü bozarmıştı. İsrailoğullardan kesmeleri istenen buzağı gibi altın sarısı tüylerinden alıyordu ismini. Annem, kendisi ile kediyi kıyaslayarak “ yaşlı kadının nesi iyi olmuş ki kedisi iyi olsun! Kedisi de kendi gibi kocamış olurmuş.” Sarıoğlan, önüne konulan yiyeceği yarım saatte zor bitirirdi. Büyük lokmaları, dişleri olmadığı için, yerken çok zorlanırdı. Yaşlıların daha kolay yemek için yumuşak besinleri tercih etmeleri misali annem kedinin ekmeğini süt, çay suyu veya et suyu ile ıslatıp verirdi. Sarıoğlan da anneme sevgi ve minnetle bakar, ıslatılmış yiyeceği kuymak yutar gibi bir iki geveleyip yutardı.
Bir sene kadar önce büyük ablam Alman’dan izine gelmişti. Bir- iki gün sonra evinin bahçesinde kediler için açık büfe hizmet başlamış sayılırdı. Kedilere süt bile koyuyordu. Üç beş günlüğüne Mucur’dan ayrılınca kediler sanki annemle ablam arasındaki akrabalığı biliyormuş gibi annemin evine taşındılar. Annemin yaşlı kedisi Sarıoğlan’ın yemeğine ortakçı oldular. Anacığım da hepsine baktı.
Keza, geçen yaz da mahallenin bütün kedileri anamın balkonunu mesken tutmuşlardı. Ablam kalan yemek artıklarına taze ekmek, süt katarak kedileri beslediği için hayvanlar öğle ve akşam vakti bizim evinde toplanıyorlardı. Almanya’ya dönünce birkaç gün balkonu beklediler fakat eskisi kadar çok yemek veren olmayınca yavaş yavaş başka kapı aramaya başladılar. Annem de ben de Sarıoğlan’ı diğer kedilerden ayrı tutuyorduk; o, bizim kedimizdi. Ayrıcalıklı muameleyi hak ediyordu. Havalar soğuyunca annem pencerenin önüne, kendi ördüğü bir paspası koydu. Beton soğuktu, kedinin üşümemesi için düşünülmüş iyi bir fikirdi. Sarıoğlan da bu düşünceyi ve merhametli davranış karşısındaki minnetini, uzun uzun anneme bakıyor ve kısık bir sesle miyavlayarak gösteriyordu.
Ablam, yılbaşından hemen önce annemin yanında bir müddet kalmak için geldiğinde de kediler önceden haber almış gibi balkonu doldurdular. Bu sefer yavru, beyaz bir kedi de bizim evi benimsedi. Annemin bizim kedimiz diye sahiplendiği, mahalledeki diğer kedilerin yiyeceğini yemesini istemediği Kartopu yavru sayılır Ana rengi kar beyazı olan yavru kedinin iki kulağından yanaklarına kadar uzanan siyah renkli tüylerinin dışında sırtının ön ayaklarına denk gelen kısmında, arka ayaklarının izdüşümünde, üçgen biçimli siyah renkli tüyleri ve kuyruğunun tamamını kaplayan siyah tüyleri kediyi sevimli yapmaya yetiyordu.
Sarıoğlan, ön patisine batan bir cisimden veya ayağındaki bir burkulmadan dolayı mahallenin kabadayısı lakabını bu yavru kediye kaptırınca üzüldüm. Annem, küçük beyaz kedinin adını 1980’lerdeki kedimizden mülhem Kartopu koymuştu. Sarıoğlan -belki de iyileşinceye kadar- evin ikinci kedisi olmayı gönüllü bir şekilde kabul edince aralarında sulh da tesis edilmişti. Önce Kartopu bakıyordu yemeklerin tadına. Karnını doyurunca paspaslı lüks mekânına çekiliyor, Sarıoğlan’ın karnını doyurmasına müsamaha gösteriyordu.
Annemle ben bu iki kediyi kendimize zimmetli kabul ediyorduk. Kediler, öğle arasında benim okuldan dönüşümü bekliyorlar, beni görünce sokakta önüme çıkıyor, eve kadar benimle yürüyorlar, bir sıçrayışta balkona çıkıyorlardı. Balkonu dolduran ve mahalleye yayılan kedi miyavlamaları ne kadar aç olduklarını belli eden birer alarm zili gibiydi. Bir gün, eve geldiğimde kedilerimizin yanına iki siyah kedinin de dâhil olduğunu gördüm. İki kediye yetişemiyoruz, dört kediye nasıl bakacağız diye geçirdim zihnimden. Sonra bir şekilde ikna ettim kendimi. Sultan ablamdan kalan haşlamayı ısıttım. Küçük bir tabağa ekmek doğrayıp üzerine et suyunu döktüm, iyice karıştırdım. Yağlı ve kıkırdaklı etleri de iyice parçalayıp üzerine koydum. Annem, “ Önce bizim kediler yesin. Yanında dur da diğerleri gelmesin. Sonra da onlar karnını doyurur.” dedi. Ben de “ Anne, hangi kedi yerse yesin, sevap kazanırız zaten. Uğraşmaya ne gerek var!” diye cevap verdim. “Olsun” dedi. “ Bizim kediler aç kalıyor sonra” diye ekledi tok bir sesle.
Annemin tarif ettiği gibi Sarıoğlan ve Kartopu’nun karnını doyuruncaya kadar balkonda bekledim. Karınlarını doyurup da tabaktan uzaklaşınca içeri girdim. Diğer kediler dakikalar içinde tabakta ne var ne yok silip süpürdüler. Olan biteni pencereden gözlüyordum. Balkona çıktım. Kediler bana minnetlerini göstermek için miyavlamaya başladılar fakat ben resmi tutumumu bozmadım. Eğer fazla yüz verirsem onlar da kendilerini bizim öz kedimiz zannedebilirdi. Mesafeyi korumasam kediler hemen sırnaşmaya başlayacaklardı. . Kediler, ilgi istediklerini, sevindiklerini belli etmek, minnet duygularını ifade etmek için bacaklarıma sürtünmek istiyordu fakat yüz verirsek başımıza çıkma tehlikesinden dolayı buna izin vermiyordum.
Annemin kedilerle olan münasebeti fıtratında olan yardım etme, merhamet gösterme ve iyilik yapma duygularını beslemesi için bir imkân aynı zamanda. Kim bilir, ahireti bu dünyada iken kazanmanın bir yolu da budur. Kendi yemeğini bin bir meşakkatle hazırlayabilen annemin baktığı Sarıoğlan ve Kartopu’nun yanına bazen üç dört kedi daha ekleniyor. Biz bunları emanet kediler sayıyoruz
Kartopu hamile. Sanırım üç yavrusu olacak; karnından hareketle böyle tahminde bulunuyor annem. Artık kediye normal yemek vermeyi bıraktı. Zira kedimiz annemin nazlı pisi pisisi makamından Kartopu makamına çıkalı çok oldu. Nasıl olmasın ki anneme kendini sempatik göstermek için kılıktan kılığa giriyor. Uyurken patilerini elbisenin kollarına sokup başını dizine koyarak yatan bir kediyi kim sevmez ki annem sevmesin.
Hiçbir insan evladından öğrenmedik hayvanlarla aynı dünyada yaşamayı, onlara merhamet göstermeyi. Biz zaten şimdiye dek onlarla birlikte yaşadık bu yaşlı dünyada, şimdiden sonra da onlarla yaşamaya devam edeceğiz.