Aylak Adam ve Anayurt Oteli, Atılgan’ın iki önemli eseri Okuma planım içinde ilk olarak Anayurt Oteli’ni okudum ve sizlerle de öncelikle bu eseri paylaşmak istedim. Yusuf Atılgan (27 Haziran 1921, Manisa - 9 Ekim 1989, İstanbul), Türk yazar ve öğretmen. Türk edebiyatının ve Türk romanının modernist bir düzleme geçtiği 1950-1980 yılları arasında yazdı. Bu dönemin ilk modernist Türk yazarlarından birisiydi. Anayurt Oteli'ndeki Zebercet karakteri ise yaşadığı anı anlamlandırmaya çalışan insan tipolojisinin bir örneğidir. Bu anlamlandırma “neden ve niçin yaşıyorum sorusu” ile, yalnızlık, aşk ve cinsellik ekseninde gerçekleşir.
Mehmet Fian’a göre; “Modern çağ insanlara sunduğu birçok kolaylığın yanında, bazı olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir. Sosyoekonomik koşulların bireyleri toplumdan soyutlaması ve onları yalnızlığa sürüklemesi bu olumsuzlukların başında gelmektedir. Yalnızlık sosyal bir sorun olmakla birlikte toplumun bir yansıması olan edebiyatta da yerini alır. Yazarlar özellikle toplumsal yabancılaşma temalı birçok eser kaleme almışlardır. Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Hikmet Temel Akarsu gibi yazarlar eserlerinde bu temayı sıklıkla tercih etmişlerdir. Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli isimli eserinin ana kahramanı olan Zebercet bu tiplemelerin en belirginlerindendir. Yazarın, içine kapanık kahramanın zihin ve duygu dünyasını okuyucuya yansıtmak için birçok anlatım biçimini tercih ettiği görülmektedir. Eserde yazarın bilinç akımı, iç monolog, leitmotif tekniklerini kullandığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle eser anlatım biçimlerinin uygulanması yönünden zengindir. Eserde özellikle birey-toplum, kadın-erkek uyumsuzluklarına sıklıkla yer verildiği görülmektedir.”
Kendisini otelle sınırlayan Zebercet'in dış dünya ve insanlarla ilişkisi asgaridir. Otelde Zebercet ve ortalık hizmetlerini görmesi için alınan ortalıkçı kadından başkası yoktur. Roman 1963 yılının 20 Ekim Pazar günü başlar, 22 gün sonra yine bir Pazar günü sona erer. Muhtemelen Manisa'da geçer. Bir perşembe gecesi gecikmeli Ankara treniyle gelen bir kadın otelde bir gece kalıp ertesi gün gene geleceğini söyleyip gider. Bu ziyaret, Zebercet'in iç dünyasındaki "gerçek sevgiyi yaşayabileceği bir kadına sahip olma güdüsünü" uyandırır. Zebercet kendisini bu kadının geri geleceği ana hazırlar. Berbere gider, bıyığını kestirir, yeni kıyafetler alır. Bu devre Zebercet'in dış dünyaya açıldığı dönemdir. Kadının gelişi geciktikçe Zebercet, ruh sağlığını kaybetmeye başlar. Roman Zebercet'in ortalıkçı kadını öldürüp kendini asarak intihar etmesiyle son bulur.
Kitabın arka kapağından; “Bir oteli yönetmekle bir kurumu, geniş bir işletmeyi, bir ülkeyi yönetmek aynı şeydi aslında. İnsan kendini, olanaklarını tanımaya, gerçek sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlayınca bocalıyordu, dayanamıyordu. Ülkeleri yönetenler iyi ki bilmiyorlardı bunu; yoksa bir otel yöneticisinin yapabileceğinden çok daha büyük hasarlar yaparlardı yeryüzünde. Defteri kapadı. Ne gereği vardı artık bunları yazmanın ya da birkaç satır yazıp bırakmanın? Çağdaş edebiyatımızın en ünlü kişilerinden Zebercet, yaşamını günlük yaşamın gerektirdiği en basit işlevlere odaklamış biri. Görünüşüyle son derece gerçek, basit ve sıradan. Ama içimizde bıraktığı etki öyle mi? Yusuf Atılgan’ın unutulmaz romanı Anayurt Oteli, bir memleket portresi, bir mizaç izahı. Yayımlandığı ilk günden bu yana başucumuzda. Okura düşen de onu daha yakından tanımak.”
Türk Edebiyatı Org.’a göre; “Yusuf Atılgan’ın bu alandaki şöhretinin hakkını verir şekilde, psikolojik yabancılaşma ve yalnızlık konuları başarıyla işlenmiştir. Romanda birbirine benzeyen, geçici ilişkilerle geçen günlerle dolu; yalnız, tek başına ve küçük ayrıntıların tekdüze şaşmazlığında sürüklenen bir hayatın, gecikmeli Ankara treniyle gelen -adını bile bilmediğimiz- kadının otelde bir gece kalmasıyla değişmesi ve bu değişimin sonuçları anlatılıyor.”
Birkaç alıntı;
“Kalemi eline almadan sigarasını bitirdi; söndürdü. Para kâğıdını doldurup kasayı açtı. Otelin
zarfındaki paraları masanın üzerine boşalttı. Faruk Bey’e gidecek paralarla posta kâğıdını iç cebine yerleştirdi. Kadının aylığını zarfına koydu.”
“Orta boylu denemez, kısa da değil. Askerliğindeki ölçülere göre boyu bir altmış iki, kilosu elli dört. Şimdilerde, otuz üç yaşında, gene don-gömlek kantara çıksa elli altı ya da elli yedi kiloyu bulur. İki yıldır karın kasları gevşemeye başladı. Başı bedenine göre büyükçe, alnı geniş; saçları, kaşları, gözleri, bıyığı koyu kahverengi; yüzü kuru, biraz aşağıya çekik ama gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının gittiği sabah aynaya baktığında gördüğü kadar değil.”
“Bir portakal kabuğuna ya da balgama basmıştı anlaşılan, ayağı kaydı; düşerken duvara sürtündü, elini yere dayayıp doğruldu. Gelip geçenlerden kimse gülmedi. Onu görmüyorlardı mıydı yoksa?”
“Kadının bıraktığı gibi duruyordu her şey: yatağın ayakucuna doğru atılmış yorgan, kırışık yatak çarşafı, terlikler, sandalye, başucu masasındaki gece lambası, bakır küllükte bitmeden söndürülmüş iki sigara, tepside çaydanlık, süzgü, çay bardağı, kaşık, küçük bir tabakta beş şeker…”
“Neydi bu? Kulakları mı uğulduyordu? Yoksa dışarının, başkalarının bir çağrısı mıydı? Yüzünü
buruşturdu. Sağdı daha, her şey elindeydi. İpi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir,
kaçabilir, karakola gidebilir, konağı yakabilirdi. Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük.”
Yine Fidan’ın değerlendirmelerine göre; “Eserin anlatım biçimlerinin kullanılması yönünden zengin olduğu görülmüştür. Yazar eserde içine kapanık, toplumdan soyutlanmış bir tip olan Zebercet’in zihin dünyasını okuyucuya yansıtabilmek için özellikle bilinç akımı tekniğini kullanmayı tercih etmiştir. Ayrıca anlatıcı, okuyucu ile kahraman arasından yazarın soyutlanması şeklinde kurgulanan iç monolog tekniği ile de okuyucunun esere yönelik ilgisinin artmasına yardımcı olmakta ve kahramanın okuyucu tarafından daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. Eserde yer alan leitmotifler kahramanın yaşadığı ruhsal sorunların somutlaştırılmasına yardımcı olmaktadır. Bu açıklamalar yazarın eserinde modern anlatım tekniklerini başarılı bir şekilde kullandığını göstermektedir.”
Başka pek çok eserinde olduğu gibi Yusuf Atılgan, Anayurt Oteli'ni de tanıdığı bildiği kişilerden ve mekanlardan yola çıkarak yazmıştır. Romanın mekanı Manisa'daki Anavatan Oteli'dir. Otel, Tanzimat Fermanı'nın ilanıyla aynı yıl, 1839 yılında, bir konak olarak inşa edilmiştir. Cumhuriyet'in ilan edildiği 1923 yılında otele dönüştürülmüştür. 80'lerde yıkılan otelin yerinde bugün Anavatan Apartmanı bulunmaktadır. Romanda sözü geçen diğer mekanların da hemen hepsi bugün Manisa'da varlığını sürdürmektedir. Otelin işletmecisi Zebercet Bey ve oğlu Ahmet'tir. Atılgan otelde pek çok kez konaklamıştır. Kitabı yazarken otelin sahibiyle oğlunun isimlerini değiştirmiştir. Ayrıca Bilgi Yayınevi'nin sahibi Ahmet Tevfik Küflü'nün önerisiyle kitabın adını Anavatan Oteli'nden Anayurt Oteli'ne çevirmiştir. Roman, Ömer Kavur tarafından aynı adla sinemaya uyarlandı. Çağdaş yazınımız içinde önemli bir yer tutan bu anlatıyı okumak; iyi bir değerlendirme yapabilmek için önem arz ediyor. Yıllar önce filmini de izlediğim bu eseri okumak bakış açımı genişletti.