ABİDİN HOCA (1907-1975 )

Dedem Abidin Şahin, köylülerin deyişiyle Abidin hoca; Osmanlı Devleti’nin en çalkantılı dönemlerinin yaşandığı Sultan II. Abdülhamit’in 33 yıllık devri saltanatının son yıllarında , 1907’da Geycek köyünde dünyaya gözlerini açar. Yani toplumsal yapının bozulduğu, eli silah tutan erkeklerin uzun yıllar süren savaşta cepheden cepheye koştuğu bir zaman diliminde. Babası; Kevgirin Hüseyin’in oğlu Hacı İbrahim’in( 1828-1908) oğlu Osman( 1868-1919) ;annesi ise Mustafa Onbaşı’nın bacısı Rukiye’dir( 1866-1923).

Ailenin Hacı Musa, Hacı Kasım ve Abidin isimlerinde üç oğlu; Sultan, Fadime /Fati ve Hüsne isimlerinde üç kızı dünyaya gelir.. Sultan, Başköy’e, Fadime Saraycık’a , Hüsne ise Karaova’ya gelin gider; hiç çocuğu olmaz, orada ölür. Teyzeleri; Meryem, Döndü ve Ayşe’dir. 1926’da askerlik vazifesine gitmeden dayısının kızı Ağ Fadime ile evlenir. Askerlik vazifesini yapmak amacıyla Adana’ya gider orada Zazalar’dan güzel halay çekmeyi öğrenir. Dört senelik uzun askerlikten sonra köyde abileriyle birlikte yaşamaya devam eder. İlk çocuğu Mazhar’dan başka 1953’te kaybettiği diğer oğlu Mustafa, altı aylık iken ölen Ömer(Rukiye ile Ayşe’nin arasında), üç aylık iken ölen Yakup(Rabia ile Emine’nin arasında) ve 1955’te üç aylık iken ölen Hakverdi olmak üzere beş oğlu olur. Bu çocuklardan üçü bir yaşına bile gelmeden o zaman çok yaygın bir ölüm sebebi olan menenjitten dolayı ölür.Mustafa ise evli iken askere gitmeden önce silahlı bir kavgada hayatını kaybeder. Kızları Rukiye, Emine ve Rabia Geycek’te kalmış, Ayşe evlenerek Güzyurdu köyüne gelin gider.

Abidin hoca; çalışkan, yardımsever, akraba canlısı, merhametli ve küslük bilmez bir insandır. İbadete ve zikre düşkün, ilahi esintilere açık yumuşak gönüllü, abid bir kişiliğe sahiptir. Akşam çok erken vakitte yatıp sabah ezan okunmadan yataktan kalkıp bütün aile efradını da uyandırdığı söylenir. Köyün mühim imamlarından olan Derviş hocanın babasından Kur’an-ı Kerim tilavetini, mevlit teganni etmeyi ve Osmanlıca okuma-yazmayı öğrenir. Okumaya, öğrenmeye çok meraklı, bildikleriyle amil köy şartlarında âlim bir insan olarak kabul edilebilir. Köy camisinde 15 yıl aralıksız imamet vazifesi yürüten hocası Derviş hocanın müezzinliğini de yapar. Kadife gibi ince, yumuşak, hüzünlü ve etkili bir sese, dinleyenleri başka âlemlere götüren bir makama sahip olduğu dile getirilmektedir. Abidin hoca hem kendi köyünde hem de çevre köylerde bilinen, sevilen hoş sohbet ve oldukça sosyal bir insandır.

Köydeki mevlitlerin değişmez mevlidhanı olarak camilerin duvarlarında sadası yankılanmış uzun yıllar boyunca. Sesinin güzel olması sebebiyle söylediği ilahiler o zaman köyümüzdeki Almancılar tarafından kayda alınmıştır fakat ne yazık ki kayıtlara ulaşmak mümkün olmamıştır Kadiri tarikatına müntesip olduğu ve ihvanıyla toplanıp Mustafa Onbaşı, Hurşit ve Derviş Hoca’nın odasında sesli zikir yaptıkları anlatılmaktadır... Buralarda söylenen ilahilerin sözleri ekseri Yunus Emre’ye aittir. Şahitlerin beyanına göre Abidin hocanın çok sevdiği ve kadife gibi yumuşak sesiyle; “Şol Cennetin Irmakları”, “Sordum Sarı Çiçeğe”, “Veysel Karani” ve Ramazan ayında teravih namazı öncesi ve rekat aralarında “Elveda Ramazan” ilahilerini terennüm ettiği zikredilir.

Abidin hoca çevresinde gerçekten çok sevilen ve sayılan bir insan olarak bilinmektedir. Köyde kendi kendisine yeten sayılı ailelerden birisi olması hasebiyle ihtiyaç sahiplerinin kışlık un, bulgur, yağ, peynir, şeker ve gaz ihtiyaçlarını karşılamaktan yüksünmemiştir. Evine bir hacet için gelenin eli boş dönmediği, kimin acil bir ihtiyacı olsa Abidin hocanın onun ihtiyacını gördüğü anlatılmaktadır. Bu cömertlikte asıl paye karısı Ağ Fadime’nindir. Köye gelen misafirler ve dilencileri hanesinde misafir etmeyi çok sevdiği ifade edilmektedir.

Abidin hoca diğer insanlara karşı ne kadar halim-selim bir insan profili çiziyorsa ailesi içindeki görüntüsü farklıdır. Aile içinde otoriter ve sert bir karaktere sahiptir. Boş durulmasından nefret ettiği, beş dakika boş durmadığı, kendisini oyalamak için mutlaka bir meşgale bulduğu, ailesinin de boş durmaması için sürekli bir gözetim uyguladığı, bıkkınlık verecek kadar fazla yumuş buyurduğu ifade edilmektedir. Benim çok iyi hatırladığım sahne ise Cuma günü mevlitte aldığı lokumu Aşağı Çeşme’de bana verip başımı okşadığı sahnedir.

Dini salabiyeti çok sağlam olan Abidin hoca,namazlarında sahibu’t tertiptir. Zekât, sadaka vb hayır işlerinde cömerttir. Gece namazlarının müdavimidir. “Peygamber Efendimiz 63 yaşında vefat etti ;Allah bilir ya ben de o yaşta ölürüm “diye sanimiyetle inandığı mervîdir…1967 yılında, köylüleri ve çevre köylerden insanlarla beraber, otobüsle çıktığı, bir ay süren uzun hac yolculuğunu tamamlayıp hacı olarak köyüne dönmüştür. Toplumsal meselelere duyarlı olduğu kadar çevrenin korunması hususunda da hassastır. Köyün su ihtiyacını karşılamak için yapılan yukarı çeşmeye su getirilmesi ve depo yapımı işinde harcanmak üzere Mustafa Onbaşı’ndan düşen miras malı 15 koyunu bağışlamakla kalmamış kendisi de işin bitirilmesine kadar bizzat çalışmıştır.

Duyduğu ve öğrendiği emir, yasaklar ve tavsiyelere sıkı sıkıya bağlıdır. İlk sabah erkenden kağnıyla tarlaya giderken, yolda gördüğü büyük- küçük diken, çalı, taş, kemik vs ne bulursa yolun kenarına attığından bahsederdi rahmetli babam.

Modern çağda teşhis konulabilen bazı fobilerin Abidin hocada da tezahür ettiği görülmektedir. Bir vesileyle gittiği bir hocanın Yıldızname’ye bakarak “Abidin hoca sakın yüksek bir yere çıkma yoksa ...!” öngörüsünden çok etkilendiği ve ömrünün sonuna kadar dama çıkmadığı gibi üç-beş basamağı geçen yükseklikteki yerlere de hiç çıkmadığı bilinmektedir.

Abidin hocanın, giyimi, kuşamı, yemesi, içmesi, konuşması Osmanlı devrinden çıkmış bir molla gibidir. Başındaki kırmızı çizgili, sarı renkli sarığı ve uzun pardösüsü ile başka bir asırdan çıkıp gelmiş bir insan görüntüsü vermektedir.
Dedem Abidin hoca 60 yaşına kadar ciddi bir rahatsızlık yaşamamıştır. Bunda genetik avantajı kadar yemesi-içmesi, uykusuna dikkat etmesi ve düzenli çalışması da etkilidir. Hatırladığım kadarıyla dedem zayıf, uzun boylu yakışıklı bir adamdı. Siyah, uzun bir pardösüsü ve sarı renkli mendille dolalı sarığını giymeden dışarıya çıktığını gören olmamıştır. Bir ara hacdan getirdiği beyaz fistanı giymeye niyetlenir fakat mahalle baskısı buna müsaade etmez. Sarığı ve hacdan getirdiği fincan takımı odasındaki gömme dolapta hatıra olarak durmaktadır.

Hayat sürmüş her faninin ardından bıraktığı miras gibi Abidin hoca da ardından mal, mülk bırakmanın dışında yaşadığı ibretlik olayları, komik durumları, ilginç halleri, şahsıyla özdeşleşmiş sözcükleri/ deyimleri bırakmıştır. Abidin hocanın günlük hayatında, bir şeyin hayatiyetini, önemini anlatmak için en fazla kullandığı ve aile efradının hafızasına da yerleşen “bütün bütüne “ yinelemesi mühimdir. Abidin hocanın bu yinelemeyi diline pelesenk yapmış gibi sürekli kullandığı söylenmektedir.

Abidin hoca ile alakalı pek çok hatıra bulunmaktadır. Hepsini burada zikretmek mümkün değildir, ancak şifahi olarak mevcut bu anıların unutulmaması amacıyla birkaçını muhtasaran yazıya alıyorum:

Teyzesinin oğlu Mehmet hoca (mahalli tabirle Ağaçkıç hoca )çok hastalanır. Abidin hoca köyde iyileşme durumu olmayan hastalara Yasin okuması için çağrılmaktadır. Ağaçkıç hocaya da Yasin okumaya gider. Hasta pekiyi değildir. Ağaçkıç hoca “Belem, sen çok hasta yanında bulundun, çok hastaya okudun, kimin iyileşeceğini kimin gidici olduğunu bilirsin. Allasen doğru söyle; ben gidici miyim?” diye sorar. Abidin hoca yemini duyunca hastaya dikkatlice baktığında hastanın burnunun eğildiğini, simasına ölüm renginin düştüğünü görür. Doğruyu söylemek zorunda kalır: “ Allahu âlem, akşama çıkman belem!” der. Hakikaten de Mehmet hoca merhum, ikindiden sonra ruhunu teslim eder.

Karaoğlan’ın Mehmet Öztürk hastalanınca Abidin hocayı Yasin okuması için çağırırlar. Mehmet amca gerçekten rahatsızdır fakat ölümcül değildir hastalığı. Biraz nazlanmayı abartıp da, sesi soluğu kesilince Abidin hoca hastanın öldüğüne hükmederek , “Tamam hastanın işi bitti çenesini bağlayın kıbleye dönderip, karnına da bir bıçak koyun!” der. Bunları gözleri yumuk hasta haliyle dinleyen Mehmet amca dayanamaz, “hopp ,hopp, hoooopp !Daha var!” diye tepki verir. Ellerini kaldırıp,“Bu kara canım daha sağ!!!”diyerek ayağa kalkar.

Kıranlı Celepçi İsmail, çarşamba günü Mucur’a giderken dedemin yanına uğrayıp o gün yatarmış. Sabah da birlikte ilçeye gider gelirlermiş. Bir seferinde yine Mucur’dan yorgun argın köye döndükten sonra İsmail’e su mu yoksa ayran mı istediğini sorar; Celepçi’nin mütereddit halini görünce “Soğuk, güzel ayran var istersen ayran içelim.” diye iki üç kez tekrarlar. Adam, “ ben önce soğuk bir su alsam hocam ” cevabına binaen-asla akla cimrilik maksadı olmadan biraz da kinayeli olarak-bir müddet sonra espriye ve dedeme takılmaya dönüşen şu sözü söyler ebeme: “ Hanım,misafire bir bardak su, bana da ayran getir!”.

Aşık/ozan olmamasına rağmen zaman zaman kafiyeli manzum dörtlükler söylediği rivayet edilir. Çalışırken yorulmamasıyla meşhur olmuştur. Dam başına belini doğrultmadan bin kürek çora toprağı ,40-50 kürek çamur attığı vakidir. Sabah ilk şafakta tarlanın yolunu tutup bütün enerjisi bitene kadar çalıştığı akşam ezanından sonra evin yolunu tuttuğu anlatılır. Hatta çalışırken kendini motive etmek için arada sırada şu dörtlüğü söylediği rivayet edilir..

Ahşamnan abdestlice yatardı
Doğrulmadan bin küreği atardı
Tozu dumanı birbirine katardı
Akibetin hayr olsun Şıhbaba…

Çalışkanlık ve tembellikle alakalı şöyle demektedir:

Beynamazlar beşer beşer
Kalkınca eşiğe i…r
Alma beynamazın kızı
Görünce Şeytan’ın şaşar.

Abdest almaya erinir
Irbık beş batman görünür
Terkiyleme kıl namazı
Allah sevmez beynamazı…

Dedemin camide, sesinin güzelliğinden dolayı, mevlit okuduğunu, ilahilerle cemaati cuş û huruşa getirdiğinden yukarıda bahsedilmişti. Bilhassa da Ramazanlarda teravih namazından sonra söylediği ilahiler yaşı hatırlamaya müsait olan köylüler tarafından dile getirilmektedir. Kasım Şahin tarafından makamıyla söylendiği şekliyle, tekbiratı da içeren, iki dörtlük şu şekildedir:

On bir aylık yoldan geldin
Müminleri şaduman ettin
Münafıkları mahzun ettin
Elveda ey, şehri Ramazan elveda.

(Desin Mümin olanlar Allahu ekber,Allahu ekber,Allahu ekber,La ilahe illallahu vallahu ekber,Allahu ekber velillahil hamd.)

On bir ayların başısın
Sen bir kandiller kuşusun
Müminlerin yoldaşısın
Elveda ey, şehri Ramazan elveda.

(Desin Mümin olanlar Allahu ekber,Allahu ekber,Allahu ekber,La ilahe illallahu vallahu ekber,Allahu ekber velillahil hamd.)

Dedemin sağlığı 1972’de bozulmaya başlar. Midesinden şikâyetçidir. Önce yediklerini hazmetmemeye, sonra da kusmaya başlayınca Kırşehir devlet hastanesine gitmek zorunda kalır. Köyden Mucur’a kadar yürüyerek, oradan da Kırşehir’e arabayla gider. Hastanede kendisini muayene eden doktor Mehmet Yağcıoğlu, gastrit teşhisi koyar; verdiği perhize sıkı sıkıya riayet etmesini, bundan böyle yoğurt ve süt ile beslenmesini tembihler. Aksi halde ülsere çevireceğini, öleceğini söyleyerek korkutur. Bu yüzden dedem ölünceye kadar sadece sütün içine kuru ekmek üfeleyerek yer. Annemin söylediğine göre dedem üç sene boyunca sadece süt içmiş, diğer yiyeceklerden kaçınmış, hatta çok sevdiği çayı bile sayılı içer olmuş.

Ölmeden bir gün önce akşamüstü annem kuymak pişirip vermiş sabahleyin de vefat etmiş. Etmiş diyorum ama ben dedemin vefatını çok iyi hatırlıyorum. Rahmetli babam dedemin kafasını koyduğu yastığı eliyle birazcık yükseltmiş, hacdan getirdiği fincanla ağzına zemzem veriyordu. Zemzem getirme görevi bana aitti. Elimde fincanla dedemin odasından yiyecek-içeceklerin muhafaza edildiği evliğe kadar koşuyor, dedemin 1967’de hacdan getirdiği zemzem bidonunu eğerek zemzem dolduruyor, büyük bir dikkatle dedemin odasına getiriyordum.

Kaç defa tekerrür etti bu gidiş gelişler hatırlamıyorum ancak en son fincanı veremeden, babamın telkinlerine uyarak şehadet getirip kafasının sağ tarafa düştüğünü, uyur gibi öldüğünü unutmuyorum. Cenazesinin yıkanması, teçhiz ve defnini rahmetli babam yaptı. Cenazede bulunanları rahatsız etmeyen hafif bulutlu, mutedil bir günde çevre köylerden de onu sevenlerin katıldığı kalabalık bir insan topluluğunun şehadetiyle “ Bismillah ve ala milleti resulillah” diyerek kendi elleriyle verdi toprağa…

Yüce gönüllü, temiz kalpli, kimsenin kötülüğünü düşünmez, kin tutmaz, affedici, yardımsever, hoş sohbet, misafirperver, barış yanlısı ve çalışkan bir insan olan dedem Abidin hoca, köyün hemen altındaki kabristanda anası, babası, eşi, kardeşleri, çocukları, akrabaları, arkadaşları ve köylüleriyle yan yana insanların hesap vermek için diriltilecekleri günü beklerken, kimbilir, belki de ihvanıyla,yarenleriyle berzah aleminde “huu” çekiyordur…

Nihayetinde bir melek olmayan dedemin de- fani olan her kul gibi -hatası,kusuru elbette vardır.Duamız odur ki çok sevabın yanında az günahı affeden Cenab-ı Hak rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.